Uluslararası Arguvan Türkü Festivali 28-29 Temmuz 2018 Tarihlerinde Gerçekleştirilecek

arg.res13. Uluslararası Arguvan Türkü Festivali 28-29 Temmuz 2018 Tarihlerinde  Gerçekleştirilecek

Uluslararası Arguvan Türkü Festivali’nin 13’üncüsü 28-29 Temmuz tarihleri arasında Arguvan’da gerçekleştirilecek.

Arguvan Belediyesi, Arguvan Vakfı, İstanbul Arguvan Köy Dernekleri, Almanya Arguvanlılar Derneği, Malatya Arguvan Köy Derneklerinin ortaklığıyla düzenlenen festivalde panel ve sergiler yer alacak, birçok sanatçı da sahneye çıkacak.

Festival öncesinde 27 Temmuz’da dinleti ve belgesel gösterimi gerçekleştirilecek.

28 Temmuz’da köy gezisi ile başlayacak festival ‘Kadın ve Toplum’ konulu panel ve konser ile devam edecek.

29 Temmuz’da ise ‘İnsan Hakları ve Demokrasi’ konulu panelin ardından düzenlenecek konserle sona erecek.

28-29 Temmuz tarihlerinde resim-karikatür ve fotoğraf sergileri de Arguvan merkezde açılacak.

İÇERİKLER içinde yayınlandı | Yorum bırakın

“ARGUVAN TÜRKÜLERİ” KİTABIMIZDA BAZI TÜRKÜLERİN ÖYKÜLERİ

Süleyman ÖZEROL/Araştırmacı-Yazar
Hüseyin ŞAHİN/Araştırmacı-Antropolog

Sunu

Bazı türkülerimizin öykülerini derleyerek araştırarak Arguvan Türküleri kitabımızda yer verdik. Aşağıdaki yazıda bu öykülere ve yine bazılarının sözlerine yer verilmiştir. “TM” kısaltması, türkünün kitaptaki “Türkü Metni”dir.
“Arguvan Türküleri/Halkbilimsel Bir Araştırma Denemesi” adlı kitabımız 2004 yılında yayınlandığı için daha sonraki yıllarda adı geçen öykülerle ilgili bilgi ve belgeler ortaya çıkmış olabilir. İlgilenenlerden de görüşlerini bildirmelerini bekliyoruz.

Aşağıdan Gelir Omuz Omuza (TM:33)

Ağıt/türkünün Arguvan varyantının öyküsünü Eymir köyünden emekli öğretmen Hüseyin Sayın şöyle anlatır. 1 Olay, 1952 senesi Temmuz ayı, ekin biçme mevsiminde olmuştur. Olayın yeri, Arguvan’a bağlı 11 kilometre uzaklıktaki Kızık köyüdür. Kızık ve çevre köylerde Kurban Bayramı’ndan bir gün önce/Arife günü akşamı, halk söyleşiyle “Arifeyi Kovalama/Bayram karşılama eğlentisi yapılır. Bu nedenle kırma tüfekle havaya ateş edenler, tabanca sıkanlar olur. Aynı gün akşam olayda yaşamını yitiren kişi ekin biçmeden gelip, köyün çeşmesinin yanındaki evin duvarına yaslanmıştır. O sırada Hüsgülü ve Hıdır Hocanın ellerinde tabanca bulunmaktadır. Hüsgülü tabancayı ateşleyemeyince Hoca elinden tabancayı alır, ağzını yere tutarak ateş etmek ister. Tabancada kalan mermi ateş alır ve duvara yaslanmış olan yorgun Hıdır’ın (Aligüttüğün Hıdır) sol tarafından/kalbinden içeri girer kurşun. Bir süre sonra da orada ölür. Otopsi yapılır ve kurşun çıkarılır. Olaydan sonra orada bir kırgınlık başlar. Meseleyi kapatmak için Hıdır Hocanın kızını, vefat eden Hıdır’ın oğlu Mustafa’ya verirler. Ortalık yumuşar ve mesele böylece kapanır. Çevrenin tanınmış halk şairlerinden Eymirli Âşık Bektaş Kaymaz bu olay ve çevredeki benzeri olaylardan esinlenerek ağıt yakıp söylemiştir.
Âşık Bektaş’ın söylediği dörtlükler şunlardır:

Aşağıdan gelir omuz omuza
Çiğdem de karışmış güle nergize
Benden selam olsun o vefasıza
Küğre bayramınız karalı geldi

Yorgun argın geldim orak biçmeden
Köyün çeşmesinden bir su içmeden
Yağlı kurşun gitmez ciğer deşmeden
Küğre bayramınız karalı geldi

Çağıla yaslandım cigaram içem
Yağlı kurşun gelir nereye kaçam
Kanadım yoktur ki havaya uçam
Küğre bayramınız karalı geldi

Çekin kıratımı gidelim hana
Söyleyin kirveme küsmesin bana
Bir bayram gününü çok gördü bana
Küğre bayramınız karalı geldi

Başımda ağlaşır gelinler kızlar
Sağ yanım ellemen sol yanım sızlar
Küğrem mapushane yolunu gözler
Küğre bayramınız karalı geldi

Arguvan yöresinde hem kırık hava hem de uzun hava olarak söylenen ağıt/türkü, TRT repertuarına Hekimhan’dan derlenerek kazandırılmış 2 olup, Hekimhan yöresinde de yaygındır. Hekimhan’ın Hacılar köyü varyantı ise pek netlik göstermez. 3

Sultan Türküsü (TM:48)

İki genç birbirine sevdalıdır. Ancak Sultan kızın babası istemeye gelenleri hep geri çevirmektedir. Bakarlar ki bu iş razılıkla olmayacak, iki genç sözleşirler ve kaçarlar. Sultan’ın yaşı küçük olduğundan ailesi şikâyetçi olur ve geri alır İş artık mahkemeye düşmüştür. Genç, “Allah vere mahkemede doğru ifade vere” diye kaygılarını; bozulan aile ilişkilerinin de ancak Sultan’ın dayısı tarafından onarılabileceğini türküyle dile getirir.
Sultan hala yaşamakta olup, 80 yaşlarında, eşi ile mutlu bir beraberlikleri vardır. 4

Dağlar Seni Delik Delik Delerim

Türkü; “Yöresi: Sivas/Kangal, KK: Muhlis Akarsu, Derleyen: Nida Tüfekçi, Notaya Alan: Nida Tüfekçi, No: 21–28” künyesi ile TRT repertuarına kayıtlıdır. Uzan hava olarak da Hakkı Coşkun’dan derlenmiş olup, Malatya adına kayıtlıdır. Malatya’da daha çok Arguvan, Hekimhan, Arapgir ve Doğanşehir yörelerinde bilinmekte ve söylenmektedir. Diğer yandan, Malatya ili Doğanşehir ilçesi Polat kasabası yöresinde 1927 yılından beri söylendiğini ve öyküsü olduğunu öğreniyoruz. Öykü şöyle:
Hüsne ile Eşöğ (Kara Eşe) adlı iki bacı Polat’ın Dervent Dağı eteklerine mermerik (mantar) toplamaya giderler. Nişanlısı ince hastalıktan ölmüş olan Kara Eşöğ dertlidir. Bacısı da onun derdine üzülmektedir. İçindeki yara acısını dağlarla paylaşmak isteyen Eşöğ, dağları da sessiz bulunca başlar derdini dökmeye. Bu sırada köyün çobanı onların sesini duyarak dinler ve sürüyü önüne kattığı gibi ovaya getirir. Sürünün zamansız geldiğini gören çevre halkı telaşlanır, sebebini sorunca da türkünün son sözlerini duyan çobandan şu cevabı alırlar: “Hüsne ile Eşöğ dağları delik delik edip yakıyorlar, ben de sizin sürünüzü kurtardım…”

Dağlar seni delik delik delerim
Halbur alır toprağını elerim
O yar koyun olsa ben de kuzusu
Ardı sıra meler meler giderim

Dağlar senin yükseğine çıkarım
Çıkarım da enginine bakarım
Eğer dağlar dediceğim olursa
Sana lale ile sümbül takarım
Eğer dağlar dediceğim olmazsa
Seni vurur ataşıma yakarım

Dağlar senin ne karanlık ardın var
Lale sümbül boynun eğmiş derdin var
El âlemin vatanı var yurdu var
Benim yurtsuz kalışıma ne deyim 5

Necati Coşkun’dan derlenen uzun havanın, bu türküdeki birinci ve üçüncü dörtlüklerin aynısı olduğunu görüyoruz. Kadınların söylediği ağıtın da uzun hava ezgisinde olduğunu sanıyoruz.
Âşık Yoksuli, aynı türküyü biraz değişik bir biçimde kasete okumuştur:

Dağlar seni delik delik delerim
Kalbur alır toprağını elerim
Sen bir kara koyun ben de bir kuzu
Sen döndükçe arkan sıra melerim

Dağlar senin ne karanlık ardın var
Mor menekşe boynun eğmiş derdin var
El âlemin vatanı var yurdu var
Benim yurtsuz kalışıma ne deyim

Malatya da fakırların yurdudur
Benim derdim yetimlerin derdidir
Alamanya yedi dağın ardıdır
Gurbet elde kalışıma ne deyim 6

Bu türküde, “Alamanya yedi dağın ardıdır” dizesiyle Almanya motifinin yer aldığını görüyoruz. Bu nedenle Âşık Yoksuli’nin benzek yaptığını sanıyoruz. Bütün bunlar da türkünün yöremizde bilinmesinin-benimsenmesinin önemli kanıtlarındandır.

Etek Sarı Sen Etekten Sarısın (TM:148)

Âşık, hercai gönüllüdür. Bir gün genç bir kadın görür. Gelinin tülbendinin altından çıkan ve savrulan saçlarının da giydiği eteğin rengi de sarı; teni Beydağı’nın karı gibi beyazdır. O bir “Deste başı”dır. Yiğit sevince işte böyle deste başı sevmeli!
Hasa bezinden, kolları düğmeli gömleğini onun için giyer, atıyla onu görmek için pınarın başına gider. Konuşmak ister, olmaz. Onunla konuşmayan/konuşamayan gelin de dolu dolu döker gözlerinden. O, başkasının yâridir. Seven, ama kavuşamayan âşık duygu, düşünce ve hayallerini türküye dökerek dile getirir. Yöre motifleri ile süslediği hasretini dile getiren türküsünü yine yöre ezgisiyle çalıp söyler. “Seni benden beni senden eyleyen/Ölmeye de mezar mezar dolana” diyerek de beddua eder…

Etek Sarı Sen Etekten Sarısın
Kurban Olam Beydağının Karısın
Sordum Sual Ettim Kimin Yarısın
Ben Sormadan Dolu Gibi Döküyü

Bir Köynek Diktirdim Kolu Düğmeli
Herkes Kaderine Boyun Eğmeli
Deli Gönlüm Çirkine Bel Bağlama
Sevdiğin Yar Arguvan’ı Değmeli

Bir Köynek Diktirdim Hasa Bezinden
Alem Düşman Oldu Senin Yüzünden
Eğer Gurbet Ele Gider Dönersem
Ahdım Vardır Öpeceğim Yüzünden

Yayladan Gel Kömür Gözlüm Yayladan (TM:166)

Karabel, Arguvan’ın Şotik köyüne yakın, Sivas’ın Divriği ilçesine bağlı bir yerleşim yeridir. Burayla ilgili olarak 70–80 yıl kadar öncesine uzanan bir öykü anlatılır:
Bir ailenin 12 yaşlarında bir oğlu vardır. Anası yaşlıdır ve evin işlerini çekip çevirecek birine ihtiyaçları vardır. Yakın-karşı köyden akrabalarından birinin kızını oğlana alırlar. Ancak, oğlan daha oyun yaşındadır, evli olduğundan sanki de habersizdir. Çevredekiler; “Küçük bir çocuğun karısı” ya da “Sen mi çocuğun kocasısın, çocuk mu senin kocan?” diye alay ederler. Gelin bu duruma çok içerlenir, derdini de kimseyle paylaşamaz. Durumu, yazgısı olarak görerek kabullenmeye çalışır.
Olay üzerine türkünün yöreden dışarıya yayılması, türküyü dinleyen Arapgir’de berberlik yapan Mustafa’nın birçok ortamda söylemesi ile olmuştur, anlatısı vardır. 7
Konuyla ilgili olarak Ali Seydi Adıgüzel’in anlatımı şöyledir:

“Yörede bir kızı varlıklı bir ailenin 13–14 yaşlarındaki oğluna verirler. Kız oğlandan büyüktür ve başkasını sevmektedir; ancak, sevdiğine vermezler. Türkü, yaylada kızın ağzından Kürtçe olarak söylenmiştir. “Karabekir eline” biçiminde söyleyenler vardır. “Karabelin eli” ya da “Karabelin Düzü” olmalıdır. Burada geçen “hoca” da “eğitmen” anlamındadır. Adıgüzel, türküyü 1968 yılında Arapgir’de Berber Süleyman’dan aldığını, Türkçeye çevirerek müzik düzenlemesini yaptığını da ekler.
Türkü, yörede halk tarafından benimsenip söylenmiş, Battal Küpeli, Songül Işık, Kerem Altıner, Cengiz Özkan gibi birçok sanatçı tarafından okunmuş; dizelerinde-dörtlüklerinde farklılıklar göstererek kuşaktan kuşağa aktarılmıştır.

I.

Gelin oldum Karabel’in eline
Yedi bayram kına yakmam elime
Gurban olam çiğdem gibi geline
Yayladan gel kömür gözlüm yayladan

Önüme koydular bir çift suyudu
Çocuk geldi kucağımda uyudu
Baba bana edeceğin bu muydu
Yayladan gel kömür gözlüm yayladan

Senin baban karşı köyün hocası
Çok peşime düştü genci kocası
Bana derler şu çocuğun kocası
Yayladan gel kömür gözlüm yayladan 8

II.

Gelin oldun Garabel’in eline
Yedi bayram kına yakma elime
Gurban olam senin gibi geline
Yayladan gel kömür gözlüm yayladan

Senin baban karşı köyün hocası
Çok peşime düştü genci kocası
Bana derler şu kötünün kocası
Yayladan gel kömür gözlüm yayladan

Ne kadar methetsem o kadar güzel
Top bürür saçını gözünü süzer
Mıskalar yaptıram değmesin nazar
Yayladan gel kömür gözlüm yayladan 9

III.

Ben de gelin oldum Garabel’in eline
Yedi bayram kına yakmam elime
Gurban olam güççük gibi geline
Yayladan gel kömür gözlüm yayladan
Gurban olam güççük gibi geline
Yayladan gel kömür gözlüm yayladan

Altıma serdiler minderden döşek
Kucağıma koydular ufak bir uşak
Küskün değilim ki gülek barışak
Yayladan gel suna boylum yayladan
Küskün değilim ki gülek barışak
Yayladan gel suna boylum yayladan

Sabahınan oğlan gider guzuya
Dişleriynen ekmek doğrar tazıya
Adını sorarsan adı Şaziye
Yayladan gel suna boylum yayladan
Adını sorarsan adı Şaziye
Yayladan gel kömür gözlüm yayladan

Ocağa koyduğum dünkü suyudu
Şahin geldi kucağımda uyudu
Aman Allah bana yapacağın bu muydu
Yayladan gel suna boylum yayladan
Aman Allah bana yapacağın bumuydu
Yayladan gel kömür gözlüm yayladan

Karşı köyde köyümüzün hocası
Başıma toplandı genci kocası
Dizime vurdum da gerdah gecesi
Yayladan gel kömür gözlüm yayladan 10

Konuyla ilgili türkü metinlerinde anlatılan öyküyle örtüşen dizeler-dörtlükler olduğu gibi, ayrılan dizeler de bulunmakta.

I. metinde “Gelin oldum” söylemi ile türkünün gelin tarafından yakıldığı akla geliyor. Hemen üçüncü dörtlükte “Çok peşime düştü genci kocası/Bana derler şu çocuğun kocası” dizeleri var. Burada bir çelişki varmış gibi görünüyor. İlk akla gelen, gelinin de küçük yaşta olması. Bununla birlikte çevredekilerin, “Bu çocuk mu senin kocan, yoksa sen mi çocuğun kocasısın?” diye alay etmeleri ve “Çok peşime düştü genci kocası” dizeleri kızın daha önce taliplilerinin de çok olduğunu gösterir.

II. metin, Muharrem Temiz tarafından Kerem Altıner’den derlenmiş, 2001 yılında Muharrem Temiz ve Cengiz Özkan’ın birlikte yaptıkları “Yâre Dokunma” adlı kasete Cengiz Özkan tarafından okunmuştur. Bu metne göre düşünürsek; gelin-kızın evlenmesinin ardından onu seven, ancak başkasıyla evlenmek zorunda kalan bir genç tarafından yakıldığı düşünülebilir:

“Gelin oldun Karabel’in eline” dizesiyle başlayan dörtlükte kızın başka bir yere gelin gittiği anlaşılır. Diğer yandan, “Bana derler şu kötünün kocası” söylemi ile gencin “kötüye düştüğünü”, bunun alay konusu olduğunu dile getirdiği akla geliyor. “Ne kadar methetsem o kadar güzel” ile de sevdasını yeniden dile getirmesi açısından türkünün bir genç tarafından yakıldığı olasılığını güçlendiriyor.

III. metin, Âşık Çobani tarafından 1970’lerin sonlarında kasete okunmuştur (3. Özel Kaset, Özgüler kasetçilik-Malatya). Bu metin, I. Metinde öykülenenlerle benzerlik olmasının yanında, oldukça ayrıntılıdır. İkinci dörtlükte, “Altıma serdiler minderden döşek/Kucağıma koydular ufak bir uşak/Küskün değilim ki gülek barışak”; üçüncü dörtlükte, “Sabahınan oğlan gider guzuya/Dişiyinen ekmek doğrar tazıya/Adını sorarsan adı Şaziye”; dördüncü dörtlükte, “Ocağa koyduğun dünkü su muydu/Şahin geldi kucağımda uyudu” dizeleri birçok konuda bilgi verir;

1. Gelinin kocası fiziksel olarak ve yaşça küçüktür.
2. Gelinin adı Şaziye’dir.
3. Oğlanın adı Şahin’dir.
4. Oğlan, evliliği bir çocuk oyunu gibi sanmaktadır.
5. Gelin daha evliliğinin ilk gününde pişmandır.

Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, aralarında oldukça yaş farkı bulunmaktadır. Bu durum çevrede yadırganmış, alay konusu olmuş; geleneksel kültür içerisinde büyük bir sevinç, töresel kutlamanın simgesi olarak adlandırma yönüyle anlam yüklenmiş olan “düğünde, bayramda ele kına yakma” geleneği yönüyle, “yedi bayram kına yakma/yakmam” denilirken olayın kişileri derinden etkilediği-yas tutma biçimine dönüştüğünü bize açıklamaktadır.

Sonuç olarak; türkünün öyküsü bir önemli mesajı dizelerde vermiştir. Evlilik kurumu, bir evcilik oyunu olamaz; dengi dengine ve seven de sevene verilmelidir. Bu değerlendirme, türkünün topluma mesaj aktarma bakımından önemini açıkça ortaya koymaktadır.

Göldağı’nda Kuşlar Figana Başlar (TM:191)

Arguvan’ın Alhasuşağı köyünün Kerolar mezrasından olan Battal’ın adam vurma zanlısı ve firari olduğu için uzun süre dağlarda gezmesi ve 16 Ağustos 1965 tarihinde çatışmada yaralanarak ölümü üzerine Arguvan’ın Eymir köyünden Âşık Bektaş’ın destan yazdığı söylenir.
Bir gazete haberine göre; “İki kişinin katili olup 1951’den beri firari olan Battal Turgut, 16.08.1965’ de gece bastırılıp müsaderede aldığı yaradan ölmüştür. 11 Battal’ın kardeşi ile yöre halkından Mustafa Gürer’in anlatımlarına göre; onun adam öldürmesi, firarı, vuruluşu tam netlik oluşturmasa da şu seyri izlemiştir. 12

Battal, Malatya’da oturmaktadır. Bilinmeyen bir nedenle eşini vurur ve dağlara çıkar. Arguvan’ın Göldağları ve Ayranca Dağları yörelerini kendine mekân tutar. Durum böyleyken, Battal’ın ağabeyi Abdullah ile Düzovalı Kemal’in arası bir konudan dolayı açıktır. Battal’ın dağda oluşu karşı tarafın çekinmesine yol açar. Bu kırgınlığı çözmek için Başikan (Birimuşağı) köyünde toplanırlar. Battal’ı da toplantıya çağırırlar. Köyde toplantı halindeyken müfreze evi basar, çatışma çıkar, Kemal vurulur. Battal karanlıktan yararlanarak kaçar, epey bir zaman daha firari gezer. Bir gün Galınharmanı denen yerde gizlenirken müfreze yerini haber alır ve çıkan çatışmada yaralanır, sonra da ölür.
Aradan bir süre geçer, Battal’ın ağabeyi Abdullah kardeşinin yerini müfrezeye haber verdiğinden kuşkulandığı kişiyi Arapgir’e giderken atının üstünde Havut Gediği denilen yerde vurur ve kaçar. Ancak, eniştesi Mehmet Ali’yi katil zanlısı olarak içeri alırlar…
1969 yılında Hekimhan’ın Başkavak köyünden Âşık Vahap Alkan tarafından plağa, daha sonraki yıllarda hem Hacı Engüzel, hem de Erhan Yılmaz tarafından kasete okunan destanın metinlerinde farklılıklar görülür. Hacı Engüzel’in okuduğu metindeki “Sabahtan duydum ki bir haber gelmiş”, “Anama söyleyin damda yatmasın” dizeleriyle başlayan dörtlükler ve 6. dörtlük Erhan Yılmaz’ın okuduğunda yer almaz. Erhan Yılmaz’ın okuduğu metnin son dörtlüğü ise Hacı Engüzel’in okuduğunda yer almaz. Öyle ya da böyle, destanların olayı tam olarak öykülemediği gerçeği ile karşılaşıyoruz. Çünkü anlatımlarla destan metinleri örtüşmüyor. Destanın eksik olduğu, bazı dörtlüklerin sonradan eklendiği, yıllar önce kapanmış bir yaranın deşilmek istenmeyişi aklımıza geliyor. Bu nedenle de olayın ayrıntılarına, kahramanlarına fazla yer vermeyi uygun bulmuyoruz.

Gönül Arz Eyledi Kendi Hanemden (TM:192)

Arguvan İsa köyde yaşamış olan Avşaroğlu Kul Mustafa, bir gece rüyasında Hz. Hüseyin’i görür. 13 Rüyasında Hz. Hüseyin kendisini çağırmıştır. Bunu eşine nakleder: “Beni İmam Hüseyin çağırdı ben ona gideceğim” der ve yol hazırlığına başlar.
“Gönül arz eyledi kendi hanemden/Gönül kalk gidelim Hüseyin’e doğru” diyerek yola koyulur. Fırat Nehrini takip eder, Kömürhan denilen yer civarında gemiye binerek karşıya geçer. Yolculuğunu Elazığ, Diyarbakır, Mardin, güzergâhında sürdürür. Deyişinde, her geçtiği yeri belirtir. Uzun bir yolculuktan sonra Irak topraklarına ulaşır. Orada çalışan görevlilerden birinin rüyasına girer. Yetkili olan bu görevli yanında çalışanlara rüyasını nakleder ve ekler: “Bir yolcu gelecek o geldiğinde hiç bir zorluk çıkarmayın, sorgu-sual etmeyin. O, Kerbela’ya, İmam Hüseyin’e gitmektedir…” Kul Mustafa Irak topraklarına girdiğinde hiç bir zorlukla karşılaşmadan yoluna devam eder. Musul, Celal Abbas’ın Türbesi, Hz. Ali’nin türbesi (Necef’tedir) ve Bağdat’a uğrar. Kerbela’ya vararak İmam Hüseyin’in türbesini ziyaret eder. Aynı yoldan geriye döner… 14
İşte bu yolculuk Kul Mustafa’nın demesinin konusunu oluşturur. Bu demenin yıllar sonra Baskil’in Tabanbükü (Şeyh Hasan) köyünden Teslim Dede tarafından okunduğu ve yayıldığı bilinir. Aynı köyden Teslim Budak 1977 yılında deyişten üç dörtlüğü kasete okumuştur. 15 Yine, Erhan Yılmaz tarafından da iki kez kasete okunmuştur. 16 Teslim Budak seksenli yıllarda türküyü yeniden kasete okumuş, İzzet Altınmeşe de bunun ezgisine benzer bir ezgiyle aşağıdaki türküyü okumuştur:

Şu Fırat’ın suyu akar serindir
Yârimi götürdü kanlı zalimdir
Daha gün görmemiş taze gelindir
Söyletmeyin beni yaram derindir

Kömürhan köprüsü Harput’a bakar
Zalım Fırat gelmiş ocaklar yıkar
Ahbaplarım gelmiş ağıtlar yakar
Söyletmeyin beni yaram derindir

Türküyü, 1996 yılında Erkan Oğur da okumuştur. Söz-müzik: İzzet Altınmeşe, Düzenleme: Erkan Oğur olarak belirtmiştir. 17 17 Ayrıca, birçok sanatçı da radyo ve televizyon programlarında okudular.
Baskil’in Tabanbükü köyünden Mustafa Tosun, türkünün öyküsünü anlatır ve şairinin de kendisi olduğunu öne sürer. Anlatımına göre; Korucuk köyünde Nazlı adlı bir gelin Fırat’a su almaya iner ve sulara kapılır. İki gün sonra Kömürhan Köprüsü’nün altında bulunur cenazesi. Getirirler, kocası üzerine kapanır, anası saçlarını yolar, ağıtlar yakılır. “Babam bu olayı anlattıktan sonra Nazlı gelinin öyküsünü kaleme aldım. Yani Fırat türküsünün sözü, müziği benim… Nazlı gelinin cenazesi bulunduktan sonra kocasının ağzından dökülen şu dörtlükleri ben ağıt haline getirmiştim, eksik söyleniyor…” der.

Şu Fırat’ın suyu akar serindir.
Yârimi götürdü kanlı zalımdır
Daha gün görmemiş taze gelindir
Söyletmeyin dostlar yaram derindir.

Âşık olurudum olsaydı sazım
Ağla anam ağla bülbül avazlım
Sulara gömüldü sevgili nazlım
Söyletmeyin dostlar yaram derindir

Kömürhan köprüsü Harput’a bakar *
Zalım Fırat gelmiş ocaklar yıkar
Toplanmış dostlarım ağıtlar yakar
Söyletmeyin dostlar yaram derindir”

Mustafa Tosun, Fikret Otyam’ın “Oy Fırat Asi Fırat” kitabı ile bu kitapta yer alan Fırat ağıtlarından da söz eder. Türküyü okuyan İzzet Altınmeşe’yle tartışabileceğini, türkünün Diyarbakır ya da Urfa türküsü olmadığını, Malatya türküsü olduğunu belirtir. 18
Bazı araştırmacılar ve konuyla ilgilenen kişiler, türküdeki “Harput”un “Halpuz” olması gerektiğini öne sürerler. Ki; bu konuya yeni bir boyut kazandırmaktadır. Şimdilik buna net bir açıklama getiremiyoruz. Araştırmacı Kazım Tatar’ın ileri sürdüğü bu bakış üzerinde daha kapsamlı bir araştırma yapılması gerektiğini düşünüyoruz.

Kapıya Bağlamış İğdiş Bir Kırat (TM:245)

Halk arasında “Dede Türküsü”, “Dede doğru söyle tohum kaç kırat” adlarıyla bilinen türkü ile ilgili olarak Ermişli (Germişi) köyünden Murtaza Oğlu, 07.02.1934 doğumlu Sadık Bayır’ın anlatımından Halil Yazgan’ın aktarımı şöyle:
“Germişi köyünden Dede Hasan Bakır, Karahöyük köyünden gelen ve tohumu ile tarlayı dermek isteyen iki kişiye kabal veriyor; 18 kırat olduğunu söylüyor. O tarihlerde Ermişli Arapgir’e bağlı, Arguvan’da nahiye… Türküyü Karahöyük Köyünden Kara Memmet (Mehmet Bal) söyler. Taş plağı varmış…”
Mehmet Bal’ın yeğeni Ali Bal ise, türkünün 60’lı yılların ortalarına doğru çıktığını söyler. Bu da önceki anlatımla çelişkilidir. Çünkü Arguvan 1954 yılına kadar nahiye idi.
1965–1966 yıllarında yörede plağı çalınan dede türküsünde, kırk kıratlık yeri 18 kırat diyerek Karahöyüklü honculara kabala veren dedeye karşı bir hoşnutsuzluk-itimatsızlık dile getirilir. Bilal Bozdağ tarafından okunan plakta, her dörtlüğün sonunda “Dede doğru söyle tohum kaç kırat? Diye okunduğunda, geriden bir ses -dedeyi temsilen- “Vallaha on sekiz gırat, vallaha on sekiz gırat” biçimde yanıtlar. Plağın iki yüzü aynı türküden oluşur. 19

Otuz Üç Gün Oldu Asker Olalı (TM:294)

“Arguvan’ın Çavuş Köyünden Çoklam lakabıyla anılan Bektaş Gülbaş’ın oğlu Hürşehit, Eskişehir’de piyade birliğinde askerlik yaparken küçük yaşta yakalandığı hastalıktan dolayı askeri hastaneye yatırılır. 21 Ağustos 1961 tarihinde ameliyata alınır, kısa bir süre sonra ameliyat masasında vefat eder. Mezarı Eskişehir’dedir.” 20
Bu olay üzerine Âşık Bektaş Kaymaz Ağıt yakar. Ağıt, yıllar sonra (1975) Âşık Çobani tarafından kasete okunur. 21 Türkünün üçüncü dörtlüğünün 3. dizesini “Pötürgeli Salih telgraf vurdu”, biçiminde okuyan sanatçılar da vardır. 22 Salih’in, Hürşehit’in askerlik arkadaşı olduğu söylenir.
Arguvan yöresinde gençler askere uğurlanırken söylenen türkülerin başında bu türkü gelir. Ağıttan çok bir asker uğurlama türküsü özelliğini kazanmıştır.

İki Gardaş Bir Tabuta Koydular (TM:296)

Yusuf Genç ve kardeşi, Atma aşiretinin Göçeruşağı köyünden göç ederek Yukarı Sülmenli köyüne yerleşirler. Toprakları olmadığı gibi yoksullardır da… Burada çobanlık yaparak geçimlerini sağlarlar. Yusuf’un çocuklarından Hüseyin Almanya’ya gider. Turan ise Malatya’da Ziraat Okulunda okuyarak ziraat teknisyeni olur. 1977 yılı yazında Hüseyin askerde olan Turan’a haber salar ve izin zamanlarını denk getirirler. Hüseyin, yanında hanımı taksiyle gelir, Trakya tarafında asker olan Turan’ı da arabasına alarak Malatya’ya yollanırlar.
Kırşehir’in Mucur yöresinde taksi bir tırın altına girer. Hüseyin ve Turan tanınamayacak derecede kazadan etkilenerek vefat ederler. Hüseyin’in hanımı yaralı kurtulur. Cenazeler sabaha doğru köye getirilir.
Cenazelerin geldiğini duyanlar ve birçok yakın köylüler birikirler. Bu iki genç, köyde ve çevrede davranışlarıyla takdir edilen sevilen kişilerdir. Oldukça kalabalık bir toplulukla yan yana kazılmış mezarlara defnedilirler. Mezarları yapılır ve mezarlıkta görkemli görünmektedir. Yine Atma Aşiretinden olup buraya yerleşmiş olan Âşık Çobani olay üzerine bu ağıtı yakar. 23

Gacer Yaylası (TM:332)

Hekimhan’ın Ballıkaya köyü topraklarından Arguvan’ın Atma yöresine kadar uzanan Ayranca Dağları üzerinde bulunan yaylalardan biri de Gacer yaylasıdır. Ayranca’nın diğer uçları Arguvan köylerine dayandığından bu yaylalara başka köylerden de göçen olmaktadır. 1959 yılında Arguvan’ın Eymir köyünden Âşık Bektaş Kaymaz, yalnızca bir düvesi ile yaylaya göçer. Yaylada şiddetli bir dolu yağar. Dolu, yerlerde kar gibi tabakalaşır. Çardaklar, çadırlar ve yurtlarda bulunan insanlar ve hayvanlar perişan olurlar. Bu yağış sırasında Âşık Bektaş’ın düvesi kaybolur. Uzun süre arar, bulamazlar. Aradan geçen bir kaç günden sonra kurtlar tarafından yendiği anlaşılır. Âşık bu, durur mu? Bu destanı yazar. 24

Gelin Senem’in Ağıtı (TM:314)

1970 yılının sonlarında Arguvan’ın İsa köyünün mezrası Sadıkbey Çiftliği’nde oturan Abdullah, eşi Senem’i av tüfeği ile vurur, kadın ölür. Abdullah mahkûm olur, cezasını çeker, hapisten çıkar.

Âşık Çobani tarafından olayın hemen ardından ağıt yakılır. Ağıtın tamamı incelendiğinde olayın öykülendiği anlaşılır.

Yaralandım (TM:219)

Hekimhan’ın Ballıkaya köyünden Astsubay Ali Yıldırım Ankara’da görevli olup bir yıllık evli ve bir de çocukları vardır. Eşi Naciye ev hanımıdır. Ali Yıldırım, Bir görev anında trafik kazası geçirerek vefat eder. Beş aylık biricik yavruları hem anadan öksüz, hem babadan yetim kalır. Başkavak köyünden Âşık Vahap Alkan bunun üzerine ağıt yakar.

Yıldız Gelin (TM:369)

Arguvan yöresinde hala göçerlikle uğraşan Drijan aşiretinden Şatıroğulları, Hekimhan’ın Ballıkaya köyüne bağlı Çeki mezrasında ve çevresinde otururlar. Daha sonra Tarlacık köyünün Horumhan mezrasına yerleşirler. Bunlardan Ali Rıza’nın iki ayrı eşinden iki oğlu olur. Mustafa ve Mehmet (Lakko ve Mamo) adları verilir çocuklara. Mustafa’nın olduğu sıralarda Hasan Ağanın da Yıldız adlı bir kızı olur. Yıldız’ı Mustafa’ya kertme yaparlar. Ancak zaman içinde Mustafa’nın ağalık kurumuna karşı oluşu, diğerleriyle siyasi görüş ayrılıklarının olması ve annesinin Ermeni oluşu gibi nedenlerle kertmeyi bozup, kızı Mehmet’e vermeyi kararlaştırırlar. Yıldız Mustafa’dan düğün günü kendisini öldürmesini ister. Ta çocukluklarından beri birbirini seven Mustafa ile Yıldız’ın bu düşünceleri Yama Dağlarında düğün tutulduğunda gerçekleşir. Yıldız gelinliği ile at üzerinde, Mustafa da daha sonra ölür. Olay üzerine ağıtlar yakılır. Metindeki ağıt, Mustafa’nın yakın arkadaşı Hekimhan’ın Başkavak köyünden Âşık Vahap Alkan tarafından yakılıp, 1969 yılında plağa okunmuştur.

1 KK: H. SAYIN: 1934, Eymir Köyü, Em. Öğretmen, D: S. ÖZEROL-H. ŞAHİN, DT: 07.11.1995
2 TRT Repertuarı No: 1347, D: Ahmet YAMACI, KK: Adnan OKUYAN.
3 KK: Hulki VURAL: Hacılar, Öğretmen, D: S. ÖZEROL, DT: 08.10.1996.
4 KK: Âşık Ekberi-Celal GÜRER: 1970, Malatya, Müzik Yapımcısı, D: H. ŞAHİN-S. ÖZEROL, DT: 1.11.2003
5 Abdulvahap KAYGUSUZ-M. GÜNAYDIN: Doğanşehir İlçesi, Fatih Matb. İstanbul 1986., s. 61-62
6 A. YOKSULİ: Dil Yarası, A/3
7 KK: Mustafa GÜRER: 1938, Malatya, D: H. ŞAHİN, DT: 09.03.2002; KK: A. Seydi ADIGÜZEL: 1945, Arguvan, D: S. ÖZEROL, DT: 10 Ekim 2000.
8 TM: 166’da yer alan biçimi.
9 Muharrem TEMİZ-Cengiz ÖZKAN: Yâre Dokunma, Kalan Müzik, İstanbul 2002, A/1
10 Âşık Çobani: III. Özel Kaset, Özgüler Kasetçilik, Malatya, A/2
11 Arapgir Postası: 20 Ağustos 1965, Sayı: 578
12 KK: Mustafa TURGUT (Battal’ın kardeşi), KK: Mustafa GÜRER (Çevreden) DT: 17.07.1999. Abdullah TURGUT, 1914 Arguvan, 17.7. 1999 Malatya
13 KK: M. ERCAN; 86 Yaşında, çiftçi, D: H. ŞAHİN, DT: 8.11.1991, KK anlatımı; “Ekin tarlasında dinlenme anında yarı uykulu bir durumda iken rüya gördüğü” biçimindedir.
14 KK: Y. ÇALIŞKAN/ Gürgür Dede: (1322–1999), Kuluncak-Alvar Köyü; H. ÇALIŞKAN; 1960, Malatya.
15 T. BUDAK: 2. Özel Kaset, Umut Plak 1977
16 E. YILMAZ: 2.Özel Kaset, Özgüler Kasetçilik, Malatya
17 E. OĞUR: “Eşkıya” BMG Müzik A.Ş. İstanbul 1996: A/1 (Fırat Ağıtı)
* Araştırmacı Kazım Tatar, birinci dizenin “Kömürhan Köprüsü Halpuz’a bakar” olmasının daha doğru olduğunu belirmiştir. Halk arasında Halpız olarak da söylenen Halpuz, Arguvan ezgilerinin harmanı sayılan Arguvan’a bağlı bir köyümüzdür (Şimdiki ismi Dolaylı mahallesidir.). Ayrıca bkz: S: ÖZEROL: “Kömürhan Köprüsü Nereye Bakar?”, http://suleymanozerol.spaces.live.com/blog/cns!B0B3016E4A496ADD!350.entry
18 HAMLE GAZETESİ: Malatya Festival Eki, Temmuz 2000.
19 S. ÖZEROL: “Altmışlı yılların başlarında bağ damımızın yanındaki asırlık ceviz ağacının dibinde söz konusu plağı dinlemiştim. Hatta o zaman plak yaygın olmadığından dinlemeye gelen birçok kişi olmuştu. Okuyan kişinin sonraki yıllarda Bilal Bozdağ olduğunu öğrendim.”; Bkz: Ali ÇARMAN: “Neye Âşık olduğunu bileceksin”, Evrensel Gazetesi, 25.08.2006
20 Kemal GÜLBAŞ: 1938, Arguvan, Çavuş Köyü, Malatya, DT: 16.08.1997, DY: Arguvan (Urunun Düz).
21 Âşık ÇOBANİ (Gazi KAYA): Özel mektubundan.
22 Ali Çeliktaş: Özel Kaset.
23 KK: H. SEVİLMİŞ: 1959, Arguvan, D: S. ÖZEROL, DT: 10 Eylül 1997, Malatya.
24 KK: Hasan ÖZEROL: 1934, Hekimhan Ballıkaya Köyü, DT: 1971, D: S. ÖZEROL, Ayrıca bkz: S. ÖZEROL: “Gacer Yaylası ve Âşık Bektaş”, Anadolu Şiir Dergisi, Sayı: 2, Temmuz 1999, s. 23

İÇERİKLER içinde yayınlandı | 2 Yorum

“Arguvan Yolu” Hakkında Kısa Bir Değerlendirme

“Arguvan Yolu” Hakkında Kısa Bir Değerlendirme

Bir yıla yakın bir süre önce “Yola Çıkarken” diye başlık atarak birçok konuyu sıralamıştık. Asıl amacımız Arguvan’da aylık gazete çıkarmaktı. Bulunduğumuz konum ve koşullara bakınca bunu zor olacağını gördük. Gazete yerine dergi çıkarmanın daha uygun olduğunu düşünerek.

Süreçte aylık dergi olmanın da zor yanlarını öğrendik. Maddi ve ömanevi zorlukalrla akkarşıalştık . Gerici kültür, popüler kültür ve diğer etkiler karşısnda halk kültürünü savunmanın ve kalıcı kılmaya çalışmanın zorluklarını yaşadık. Bunun da ötesinde yakın çevremizin kaba eleştirel bakışları ile de…
Derleme, araştırma, inceleme çalışmaları yetmeli miydi? Elbetteki hayır. Şiire, bazı kültürel haberlere de yer verdik. Ama özünü halk kültürü alanındaki çalışmalar oluşturdu. Güncele eğilmenin amacımızı etkileyeceği düşüncesiyle zaten gazete olmayı bir kenara koymuştuk.

2 Ocak 2011, Ankara

İÇERİKLER içinde yayınlandı | Yorum bırakın

Arguvan Türkü Festivali Üzerine Düşünceler…

Arguvan Türkü Festivali Üzerine Düşünceler…

Halit Seyfi Yücel

Öncelikle kendi özüne uygun bir festivalin Arguvan’a yakıştığını, bu fikri üretenlerin,h.s.ycl hayata geçirenlerin emeklerine ve gayretlerine saygı göstermemek hem Arguvan’a hem de emeğe saygısızlıktır. Festivale en ufak katkısı olan herkese teşekkür bir vefa borcudur.
Peki bu festivalin bu yapısı ile devam etmesi Arguvan için yeterli midir?
Bence değil…
“Festival ; Arguvan ve Arguvan halkına daha iyi nasıl katkı sunabilir?” ve benzeri sorulara cevap aranması gerekmektedir.
Her şeyden önce Arguvan’a yakışır bir festival alanı oluşturmak bence öncelikli çalışmalardan biri olmalıdır. Bu nasıl sağlanır? Elbette ki bunun üzerine düşünen yetkililerin yapacağı araştırma ve inceleme sonucunda ortaya çıkacak sonuçlara göre bir çalışma yapılabilir.
Arguvan ekonomik olarak dar gelirli bir yapıya sahiptir. Bu yüzden halkımız daha iyi yaşam koşullarını sağlamak için yerini yurdunu terk ederek gurbete gitmekte, kendine daha iyi bir yaşamı dışarıda aramaktadır. Bu göç köylerin de-mahallelerin de gittikçe ıssız kalmasına neden olmakta . Köylere gidildiğinde bir zamanlar cıvıl cıvıl olan yerlerde sadece birkaç hanenin, bu hanelerde ise sadece yaşlıların kaldığını görmekteyiz. Genç ve üretici nüfusun bu azalışı gelecekte Arguvan’a ne gibi sorunlar yaşatacağını da herkesin az çok tahmin ettiğini sanıyorum.
Üretimin teşvik edilmediği, artırılmadığı bir Arguvan gelecekte bir çok yönden tamamen ıssız bir yapıya bürünmesi kaçınılmazdır. Ya da memleket özlemi çeken Arguvanlıların bir aylığına geldiği emekli kasabası olmaktan öteye gidemez.
Arguvan’da ;
1- Tarımsal çeşitliliği artıracak ve pazarlanmasını sağlayacak yöntemlerin araştırılması gerekmektedir.
2- Hayvansal ürünlerin üretiminde ve pazarlanmasında karşılaşılan sorunların çözümü için çareler aranmalıdır.
Devlet eliyle bu sorunlarımıza çare bulunması elbet ki önemli bir çözümdür. Ancak benim pekte ümidim yok.
Öyle ise bizim kendi çaremizi üretmek ve uygulamak zorundayız. Festivali bu konuda geliştirmek yerel yönetimlerimizin ve sivil toplum örgütlerimizin birlikte çalışmasında geçmektedir.
Festival alanını geliştirerek bu alanda halkımızın üretikleri ürünlerin bu festival esnasında tanıtımına ve pazarlanmasına katkı sunula bilir. Arguvan da yapılan üretimlerin kalitesinin artırılarak marka yaratacak çareler aranabilir. Arguvan da yapılacak kaliteli ürünlerin pazarlanmasını sağlayacak kurumlar oluşturulabilir.

İmkansız mı?

Hiç de değil. Yapıla bilir ve de yapılmalıdır.
Peki; tek çare burada yazdıklarım mı?
Hiç de değil…
Eminim ki çok daha farklı fikirler sizlerin aklında saklı…
Ben ifade ettim, sıra sizde…

KONUK YAZARLAR, İÇERİKLER içinde yayınlandı | ile etiketlendi | Yorum bırakın

Tek Kişilik Ordu

TEK KİŞİLİK ORDU

Sultan KILIÇ

Sultan Bu Portre

Sanata, kültüre, doğaya, insana adanmış bir ömür. Çalışarak, üreterek kazanılan bir saygınlık… “Tek kişilik ordu” nitelemesini hak eden bir kişi Süleyman Özerol. Malatya sevdalısı sıfatını, bileğinin hakkıyla, beyninin ve yüreğinin gücüyle kazanmış bir değer. Birikimleri ve çalışmalarıyla genç kuşağa örnek olabilecek bir araştırmacı yazar…

Süleyman Özerol hocamı, uzaktan uzağa çalışmalarıyla tanıyordum. Yakından, ikinci karşılaşmamız olacaktı. Beş altı saat aralıksız sohbet ettiğimizi, sonradan fark ettim. Yaşadıklarını rahat, içten, doğal anlatıyor. Ben sorup kenara çekiliyorum. Hep dinliyorum. Kısa notlar alıyorum. Kendisi, notlarına bakmaksızın tek tek tarihleri ve adları söylüyor. Elli yedi yıllık bir ömür; sıradan olmayan; üstelik dolu dolu, üretken bir ömür. Benim Süleyman Özerol’dan dinleyerek aktardıklarım, bu ömrün iskeleti bile sayılmaz. Sıralama hatasız. Yine de: “Siz, sonra tarihsel sıralamayı yaparsınız. Ben geri dönüşlerle anlattım“ diyor tevazuyla.

Nüfusta 1 Kasım 1953 yazıyor. Babamın dediğine göre kışmış, Aralık ayının ortalarıymış doğduğumda. Malatya’nın Hekimhan ilçesine bağlı Mezirme (Ballıkaya) doğduğum köy, ilkokulu okuduğum köy.

Sanırım doymadığı köy. İki anlamda da doymamak… Yoksulluk da vardı mutlaka. Bunca yıl sonra yılın yarısını yaşamak üzere köye geldiğine göre, hasretine dayanılmayan bir köy. Mezirme, çocukluk özleminin simgesi Özerol için, diye düşünüyorum.1 Ekim 2011 S. ÖZEROL.as

İlkokul ikinci sınıftayken Arguvan’a gittim. Tabi gezmeye değil. Çok hastayım, üşütmüşüm; ebem beni doktora götürüyor. Arguvan’ da sağlık memuru olan köylümüz Seyfi Koç’un evine konuk oluyoruz. Seyfi Koç’la ebem beni doktora teslim ediyor. Doktor beni uzun uzun muayene ediyor. Hatta köylümüz olan sağlık memuru Seyfi Koç’un da stetoskopla göğsümü dinlemesini istiyor doktor. Ben çok önemsendiğimi düşünüyorum o an. Meğer kalbim sağdaymış. Bunun kötü bir şey değil de farklı bir özellik olduğunu düşünüyorum. Çocukken de böyle düşünmüştüm. Bana göre kalbin sağda oluşu oldukça farklı bir yapıydı. Latince’de “Sitüs Ünversüs” deniyormuş. Aslına bakarsanız, yalnızca kalbim sağda değil, tüm iç organlarım olması gereken yerin tersinde…

Bu doktorun Kemal Özmansur olduğu söylendi sonraki yıllarda. Yaklaşık yirmi yıl sonra da, seksenlerin başında ünlü Dr. Kemal Özmansur ile Emeksiz’deki muayene yerinde görüştüm ve 1962 yılındaki anımı anlattım; ama beni anımsayamadı.

Üşütmeme, hastalanmama gelince; suyla çamurla çok oynardım. Köy yerinde çocuk neyle oynar? Taş toprak, su çamur… Ellerim ayaklarım hep suda olunca sıkça hastalanırdım tabi. Çamur görünce dayanamazdım, illa bir şeyler yapardım. Değirmen, oluk, ev, traktör, hayvan ve insan modelleri yapardım. Killi çamur bahçemizin yanındaki derenin tabanında bulunurdu. Derenin tabanından aldığım killi çamuru bahçeye çıkarırdım. Değirmen yapardım çamurdan. Mısır sapından da çark yapardım değirmenime. Yaptığım değirmeni bahçemizden geçen sulama suyu ve değirmen arkına koyduğumda çarkı dönerdi. Traktör yapardım, tekerleri aynen gerçek traktör tekeri gibi olurdu. Islakken hayranlıkla baktığım eserlerime, kuruduklarında çatlardı. Emeklerime üzülürdüm o zaman…

İlkokul dördüncü sınıftaydım. Okullar yeni tatil olmuştu, haziran ayıydı. Kısa süreli bir yağmur atıştırdı. Okulun karşısında öllüklük vardı. Yağmur, öllüklükteki killi toprağı ıslatınca dayanamadım, oraya koşup aldığım ıslak kili başladım yoğurmaya. Çamurdan radyo yaptım. Yalnız, benim radyom değişikti. Radyonun içini oydum. Ön kısmına çöpten parmaklıklar dizdim. Yandan açma kapama düğmesi diye bir çöp yerleştirdim. Çamurdan radyomun içine de haber sunucusu ağustos böceğini yerleştirdim. Açma kapama düğmesi işlevli çöple ağustos böceğini dürttükçe sunucu böcek ötüyordu. Seyircilerim de arkadaşlarımdı. Yıllar sonra televizyonu görünce benim çamurdan yaptığımın, hiç görmediğim televizyon olduğunu anlamıştım. Televizyonu icat edenler de hayal güçlerinin sınırlarını zorlayan çocuklardı elbette. 1962 yılında benim çöpten çamurdan yaptığım, içine ağustos böceğini sunucu diye oturttuğum televizyonmuş meğer. O yıllarda değil Mezirme’de, Türkiye’de bile televizyon yoktu. Yaşadıklarımı, yani iz bırakan anılarımı “Televizyonu Nasıl Buldum?” adı altında kırk sayfalık kitabımda yayınladım, ilgi de gördü.

Çocukluğumdan beri el becerilerimde başarılıydım. Çamurdan motifler yapmanın yanı sıra, resimde de becerikliydim. Resim öğretmenlerim Nadide Pamir ve Bahattin Odabaşı resim bölümüne girmem için çok uğraşmışlardı. Ancak resim bana biraz pasaklı kirli bir uğraş olarak göründüğünden daha çok edebiyata yöneldim. Müzikten, şiirden, kitaplardan asla kopmadım. Güzel bağlama çaldığım, Arguvan türkülerini de güzel söylediğim söylenir… Arguvan türküleri üzerine şiirler bile yazdım, araştırma ve incelemeler yaptım, yayımladım; bu bağlamda çalışmalarım sürüyor.

İlkokuldan sonra 1966 – 1972 yılları arasında Akçadağ Öğretmen Okulu’nda parasız yatılı öğrenci olarak okudum.  Öğrenciliğimde de edebiyatla içli dışlıydım. Sürekli okumanın yanında artık yazıyordum da… Sınıf duvar gazeteleri hazırlardık. Hatta ben kişisel duvar gazetemi hazırlıyordum. Bir de üç arkadaş Hamza Sezer, Rıza Çelik ve ben Süleyman Özerol bir araya gelerek kendimizce dergi bile çıkarmıştık. Ödev kâğıtlarını dikey şekilde ikiye katlar, iç içe koyardık. Bir yazarın küçük çapta yaşamöyküsünü yazardık. Sanatçının fotoğrafını ben karakalem çizerdim. Minik dergimize adlar koyardık. Bu adlar, aynı zamanda şiirlerimin başlıklarıydı: “Birlik”, “Dirlik” “Köylü” “Karanlık Geceler”… Ödev kâğıtlarından yararlanarak hazırladığımız dergimizde, bir dergide olması gereken her şey vardı. Şiir, fıkra, bilmece, bulmaca, atasözleri, özdeyişler, Karagöz – Hacivat benzeri diyaloglar, yaşamöyküsü gibi türlere yer veriyorduk. Desenler, resimler çiziyorduk. O zamandan başlamışım meğer halk kültürünü araştırmaya. Kompozisyon yazma yarışmalarında derecelerim, ödüllerim oldu. Bunlar beni yüreklendirdi.

Öğretmen okulu bitince hemen atanıyorduk; mecburi hizmetimizi yapacaktık. Yıl içindeki notlar ne olursa olsun bitirme sınavları yapılırdı ve bu sınavlara göre değerlendirme yapılırdı. Şimdiki gibi sonradan eleme sınavları yoktu. Akçadağ Öğretmen Okulu’nu bitirince Urfa’ya atandım. 1972 – 1975 yılları arasında Urfa Merkez Yetiştirme Yurdu’nda çalıştım. İlk şiirlerim Urfa’daki yerel gazetelerde yayımlandı. Zengin fakir ayrımı yapıyor gerekçesiyle yayımlanmayan şiirimden birkaç ikisi:

İşe Bak

Milyarderin oğlu

Fukara babası olmak istemiş

Ama sonunda

Fukaralardan

Ekmek parası dilenmiş

(12 Ekim 1972)

“Kulluk” da “Tanrı’dan söz etmişim” diye yayımlanmamıştı:

Kul kulluğunu edenden sonra

Kul kula daha neden karışsın

Kul kalpten bağlı ise Tanrıya

Kul kula daha neden karışsın

 (12 Ekim 1972)

İlla şair olacağım diye bir iddiam yoktu; ama sürekli şiir yazardım.  O yıllarda İstanbul’da, Ankara’da Genç Şairler Antolojisi ve benzeri antolojiler yayımlanıyordu. 1972-1973 yıllarındaki antolojilerde kısa şiirlerim yayımlandı. O şiirlerime şimdi baktığımda gurbet temasının ağır bastığını görüyorum. Şiirlerimi şimdi de beğendiğimi düşünüyorum. Bana göre şiir anlamlı, anlaşılır olmalı. Şiir insanı düşündürmeli, daha çok da duygulandırmalı. Anlaşılan şiir, duygulandırabilir. Mesela, Nazım Hikmet’te ve Ahmet Arif’te sanat kaygısını fazla göremezsiniz; ama özle biçim mükemmel birleşmiştir. Bu da ustalığın ürünüdür.

1970’lerde siyası ortam çalkantılıydı, olaylıydı. Şimdi geriye dönüp bakıyorum, 1972’den sonra o dönemde fazla şiir de yazmamışım. Daha önceki gurbet teması bitmiş, yerini toplumsal tema almış. ‘Selam’ adlı şiirimde ülke sorunlarını dile getirmişim.

Selam size ülkemin

Anlatamadığım dertleri

Anlatanların yattıkları

Zindan köşeleri

Toplumsal şiirlerim azdır. Ve o dönemin gereği…

1963–1983 yılları arasında, hep roman okudum. Tüm dünya klasiklerini okudum diyebilirim. Türk Edebiyatından da Tanzimat, Meşrutiyet, Milli Edebiyat ve Cumhuriyet Dönemi yazarlarının pek çok romanını okudum. Bunlar, yazmamda iyi bir temel oluşturdu benim için. Kısacası çok kitap okudum yetmişli yıllarda. Sinemayı da çok seviyordum. Hemen her hafta birkaç filme giderdim.

Köyümüz Mezirme’nin konumu da önemlidir. Mezirme, Alevi ocakları içerisinde önemli bir yere sahip olup,  Şah İbrahim Veli Ocağının dergâhı Kara Direk Tekkesi vardır köyümüzde. 1957’de üçüncü kez yapılmış, 1994’ten beri de yeni yerleşim yerinde hala eksiklikleri giderilmeye çalışılıyor. Kara Direk dergâhının dedelik kurumu, işlevini hiç yetirmemiştir. Suriye’den Karadeniz’e, Malatya’dan Ege’ye uzanan alanda talipleri vardır. Dolayısıyla deyiş, duvazimam, mersiye, semah ve bağlama kültürü, benim beslendiğim kaynaklardır. İlkokuldan bu yana bağlama çaldım. Çok usta olamadım; ama Arguvan türkülerini güzel çalar, söylerim. Bu bağlamda kültürel araştırmalarım kaçınılmazdı. 1988’de Malatya Görüş gazetesinde ‘Yenilenen Köy Ballıkaya’ adlı araştırma denemem 37 gün, 1989’da da 19 gün yayımlandı. Bu çalışmam bugün tamamlanmış durumdadır. Bu çalışmamda Şah İbrahim Veli ve Şah Veli Dede ile ilgili söylence, anlatı ve şiirleri de ilk kez yayınladım.

1972–1975 yılları arasında çalıştığım Urfa Yetiştirme Yurdu’ndan, Urfa’nın merkez Kısas köyüne atandım. Kısas köyü, Harran ilçesinin girişinde, 500 haneli Türkçe konuşan tek Türkmen köyüdür. 70–80 hane Sünni, kalanı Alevi’ydi. Güzel geçinirlerdi. Kırsal alanda etnik ayrım sorun değil zaten. 1974 yılında köyümüzden Tamam Ercan ile evlendik. 1975’te Ballıkaya’da oğlum Ozan dünyaya gelmişti. Yanımızda bir de kız kardeşim vardı. Kısas’ta tek odalı evde oturuyorduk. Avluya tuvaleti de ben yaptırmıştım.

Öğretmen, köyün her şeyiydi o zamanlar… Okul müdürlüğü görevini de üstlenince pek zamanım olmuyordu yazmaya, araştırmaya. Siyasi baskılar da olumsuz etkiliyordu. Kültür ve sanattan biraz uzaklaşmıştım. Çok okuyordum; ama araştırma, yayınlama işine ara vermiştim. Kısas’tan önce şiirime gurbet teması hâkimken, Kısas’ta kendimi gurbette hissetmiyordum. Köylü ile çok yakın ilişki vardı ve köyü, köylüyü her yönüyle, muhtardan daha iyi tanıyordum.

Siyası baskıların arttığı o dönemde bir de soruşturma geçirdim. Şikâyet edilmiştim. Müfettiş soruşturmaya, incelemeye geldi. Kitaplarımı da listelediler. Konyalı olan müfettiş Hasan Kök: ‘Sen Türk müsün?‘ sorusunu sormuştu bana. ‘Peki, bir Türk ile bir Ermeni söz konusu olsa hangisini tutarsın?” dediğinde de, “Hangisi dürüst ise onu tutarım”, dedim. “Olur mu? Türk’ü tutacaksın” demişti. Ben dürüst, ahlaklı olmayan insanı niye tutayım ki?” dedim ve böylece tartışmıştık. Dürüst olanı tuttuğum, çok kitap okuduğum ve bazı davranışlara karşı çıktığım için cezalandırıldım, o yıl terfi edemedim.

Soruşturma öncesinde de yetiştirme yurdunda çalışırken okul müdürü ile takışmıştık. Cahit Atay’ın “Pusuda” adlı tiyatro eserini daktilo ile çoğaltmada öğrencilerime yardımcı olacaktım. Öğrenciler, eseri sahneleyeceklerdi. Milli Eğitimden ve lisenin komisyonundan, “oynanabilir” onayı alınmış bir eserdi. Yurt müdürü, kitaba el koyup kitabı sobaya atmış. Bunu kardeşi söyledi, müdürle tartışmıştım. Milliyetçi cephe hükümetinin baskılarını yaşadım yani…

1979–1980 öğretim yılında Kısaslı 51 köylü ile arabalara doluştuk. Urfa Belediye Başkanı Feridun Yazar’ı makamında ziyaret ettik. Aslında bir baskındı bu. İş istemeye gitmiştik. Orada oturan iki kişiyi gösterdi, “Bunların da çocukları var, okuma yazmaları bile yok” dedi. “Kısas’ta 1929’da okul açılmış. Kısaslıların hepsi okuryazar; ama işsizler, bunlara iş istiyoruz” dediğimde gülmüştü. Oradan kalkıp sağlık müdürlüğüne gittik. Sağlık Müdürlüğü’nden eli boş döndük. Belediye 11 kişiye iş verdi. Sonra 1980 12 Eylül askeri darbesi oldu. Belediye Başkanı Feridun Yazar görevinden alındı, işçiler de işten atıldı.

1981 Nisan’ında Siverek’e sürgün edildim. Bu arada o değerli kitaplarımın birçoğunu sobada yakmak zorunda kaldım. 200 kadar kitabımı da toprağa gömdüm, böylece kaybettim. Bunlara çok üzüldüm… O dönemde kitaplarınız, gözaltına alınarak aylarca tutulmanız için kolayca gerekçe olabiliyordu. Yasak kavramı da yasaya göre değil, hükümetlere ve görevlilere göre idi. Özellikle Milliyetçi Cephe dönemlerindeki bu tutum ülkemize çok şey kaybettirdi.

Siverek’te 1981 baharında boşlukta kaldım. Zamanım çoktu artık. Kısas’ta kurtulduğum gurbet duygularım Siverek’te depreşti. Yine gurbeti yaşamaya ve yazmaya başladım. Saz çalmaya, Arguvan Türküleri söylemeye, hatta türküler üzerine şiirler yazmaya başladım. 40 yıllık sazım hala durur. Ankara’da yayımlanan ‘Antoloji Şiir Dergisi’nde ‘Bir gün Uyandığında’ adlı şiirim yayımlandı. “Antoloji”, güzel ve yararlı bir yayındı. Şemsi Belli, Yekta Güngör Özden, Halil Soyuer ve daha birçok şairin şiirleri yer alırdı. Her sayıda bir şair tanıtılırdı. Halk Ozanlarının şiirleri de vardı. O dergiyi şimdi çok önemsiyorum…

1983’te Ballıkaya ile ilgili araştırmalar yaparken köyümle ilgili şiirler yazmaya da başladım. Olay anlatımlı şiirler de yazdım. Kendimi hiç şair olarak görmedim. 1981’de Eskimalatya’nın Toygar köyünde göreve başladım. Bir yılı tam gün olmak üzere, dört yıl Toygar’da öğretmenlik yaptım. 1985 yılında Malatya merkeze yakın Toygar’ın bitişiğindeki Boran köyüne atandım. Müdür yetkilisi olarak aralık ayında okulu açtım. Okulun çevre düzenlemesini yaptım. Boran’da iki öğretmendik, birleştirilmiş sınıfları okutuyorduk. Ballıkaya ve çevresindeki köylerle ilgili araştırmalarım da sürüyordu. Ahmet Şentürk ve Mehmet Gülseren’in birlikte hazırladıkları “Malatyalı Şairler 3” kitabında kısa yaşamöykümle birlikte üç şiirim yayımlandı. Ballıkaya çevresindeki Alevi kültürü ve şairler, şiirleri ve hayat hikâyelerini derlemeyi de sürdürüyordum. “Geçmişten Günümüze Malatyalı Şairler” kitabında derlediğim şairlerden birkaçı yer aldı. Yani, “Ballıkaya ve Çevresindeki Ozanlar-Şairler” adlı dosyam hazır.

1988’de hazırladığım dosyayı 1999’da “Televizyonu Nasıl Buldum“ adıyla 40 sayfalık bir kitap olarak yayınladım. Bu kitapçıkta, yaşamımda iz bırakan olaylara ve öğretmen okulunda öğrenci iken yazdığım öykülere yer verdim. Malatya’da Görüş, Hamle, Yeni Haber, Malatya Olay gibi yerel gazetelerde ve Arguvan Olgusu, Anadolu Şiir adlı dergilerde halk kültürü konulu yazılarım yayımlanıyordu.

Malatya’nın yerel gazetelerinden Yorum gazetesiyle 1993 Kasımında tanıştım. İlk köşe yazımı, “İnce Düşünceler” adlı köşemde Yorum gazetesinde yazdım. Bu adı da bir üniversite öğrencisi okurumuz uygun görmüştü. Kim olduğunu anımsamıyorum. “Başkalarını Mutlu Edebilme Mutluluğu” idi ilk köşe yazımın adı… Bu başlık benim yaşam felsefemdi aslında…

Yorum gazetesi, yayın hayatına bir süre ara vermişti. Tansu Çiller’in 5 Nisan Kararları ülkemizi etkilemişti aslında. Yıların gazetesi Gayret bile artık çıkmıyordu. Bu sıralarda Yeni Haber gazetesinde yazdım.

1998 Mart ayında emekliye ayrılacağımı duyan Yaşar Karaaslan ile Ali Efter Ökdemir, Yorum gazetesini yeniden çıkarmamızı istediler. Malatya’da farklı bir gazeteye ihtiyaç olduğu düşüncesiyle öneriyi kabul ettim. Gazetenin sahibi Gazeteci Yaşar Karaaslan, yazı işleri müdürü de bendim. 2 Haziran 1998’de haftalık gazete olarak Eskimalatya’da Yorum gazetesi çıkmaya başladı. O zamanki Malatya Valisi Atilla Vural bize destek oldu. Gazetemize yazı bile yazdı. “Yorum” için dergi nitelemesini yaptığında, doluluğunu dile getirmişti.

Gazetemiz başlangıçta haftalık, daha sonra günlük çıkacaktı. Ancak günlüğe dönüşemedi, haftalık çıkmayı sürdürdük. Gazetenin ekleri özel günlerle ilgili oluyordu. Bazı aylarda kültür ve sanatla ilgili dergi (Yorum Kültür ve Sanat) ekliyorduk.

Cumhuriyetin 75. yıldönümü için Yorum gazetesine özel bir sayı hazırladık. Dergi boyutunda değil, gazete boyutunda 24 ya da 28 sayfalık bir ekti. Malatya’daki tüm resmi kurumlarla iletişim kurduk. Kurumları tanıtıcı kalıcı bir belge hazırlamıştık.

“Bunca yoğun çalışmanız, size para kazandırıyor muydu”, diyorum. “Gönüllü işçileriz. Bu işlerde gönüllülük esastır. Para kazanmayı şöyle bırakın, cebimizden harcıyorduk”, diyor.

Arguvan’la Sınırlı Kalmayacağımızı Belirtmiştik

Bir yandan da yaşlı kuşakla ve sanatçılarla da röportajlar yapıyordum. Bunlar gazeteye materyal oluyordu aynı zamanda. O sıralar hep Malatya’daydım. 2001 sonbaharından bu yana, yılın yarısında Ankara’da yaşadığımdan Malatya gündemini yakından izleyemiyorum. Ama uzakta da olsam pek çok kişiden daha ilgili olduğumu söyleyebilirim Malatya ile ama bu bana yetmiyor tabi. 2003 yılında TRT Türkiyenin Sesi Radyosunun Malatya programında gönüllü kültür adamlarımız ağırlıklı konuşmalar yaptım, Ankara’da bazı radyo ve televizyonlarda yayınlara katıldım.

Yorum gazetesi 15 yıl yaşadı…

1988’de merkez Yeşiltepe Ahmet Parlak İlkokulu’na Alt Özel Sınıf öğretmeni olarak atandım. Bir yılı Gazi İlkokulunda olmak üzere dört yıl alt özel sınıf okuttum. Alt özel sınıf, ayrı bir öğretmenlik becerisi gerektirir. Bu çocuklar, zekâ düzeyleri düşük, algılama ve öğrenme güçlüğü çeken çocuklardır.

Okulun dışında, uğraşılarım bitmiyordu. Bir yıl da Malatya Musiki Derneği’nde bağlama çaldım, koroda türküler söyledim. İl Milli Eğitim öğretmenler korosunda yıllarca yer aldım. Kent merkezinde oluşum, okuldaki görevimin yarım gün oluşu, sevdiğim uğraşlara zaman ayırmamı kolaylaştırıyordu. Müzik, kültür-sanat dernekleriyle daha sıkı ilişki içerisindeydim artık.

1988 sonbaharında Arguvan-Morhamamlı Antropolog Hüseyin Şahin ile tanıştım. Hüseyin Şahin’le tanışmam hayatımın önemli dönüm noktalarındandır. 1989’da Hüseyin Şahin’in önerisiyle Ballıkaya ile ilgili yazımı tamamlamak ve bazı derlemeler yapmak üzere Şubat tatilinde Mezirme’ye gittim, 1988 yazında Görüş gazetesinde yayımlanan “Yenilenen Köy Ballıkaya” yazım çerçevesinde Mezirme ve çevre köylerdeki Abdal Musa Geleneğini araştırdım. Abdal Musa ile ilgili söylenceleri ve deyişleri derledim. Mezirme’deki genel yemek kültürünü de derlediklerime ekleyerek yazdım.

1991’de Hollanda Utreit Üniversitesi İslamiyet ve Şiilik Kürsüsü Profesörü Frederic de Jong ile tanıştım. Bir yıl sonra Prof. Frederic de Jong, Malatya’ya geldi. Evimde konuk oldu. Bana kitaplarını armağan etti. Prof. F. Jong kendini Alevi olarak kabul ediyordu. Aleviliği, Aleviliğin felsefesini özümsemişti. Kendine Ferit adını uygun görüyordu. Güney yarım küre hariç dünyanın pek çok ülkesini gezerek Aleviler ve Alevilik konusunda araştırmalar yapmıştı. Hollanda’da üniversitedeki derslerinin dışında 200 kişiye Alevilik konusunda özel dersler veriyordu. Birlikte Gürgür Dede (Yusuf Çalışkan)’nin evine de gitmiştik. Çok yakın akrabamız olan Gürgür Dede oldukça zeki ve birikimli bir Alevi dedesiydi. Hatta bana, “Yeğen sana her şeyi anlatam, yaz, bir kitap hazırla, kapağına da foturafımı koy, herkes alır” demişti. Bana anlatmak istediği Alevilikle ilgili geleneklerdi. Ancak 1999 yılında aramızdan ayrıldı, bu da gerçekleşemedi. Prof. F. Jong ile yazışmalarımız yıllarca sürmüştü. Birkaç yıl önce aramızdan ayrıldığını öğrendim.

Prof. F. Jong’dan yararlandığım gibi İlhan Başgöz’den de çok yararlandım. 1986’da Fuat Bozkurt ile Amerika İndiana Üniversitesi’nde öğretim üyesi Prof. Dr. İlhan Başgöz, bizim köye, Mezirme’ye geldiler. İlhan Başgöz sabaha kadar “Yenilenen Köy Ballıkaya” dosyamı okudu, benden Nasrettin Hoca fıkraları derlememi istedi. Bizim köyün bakış açısının, kültürünün etkilerinin yansıdığı Nasrettin Hoca fıkralarını derledim, kendisine gönderdim. İletişimimiz yıllardır sürüyor.

“Yenilenen köy Ballıkaya” çalışmam için Nedim Şahhüseyinoğlu, beni Celal Yalvaç’a yönlendirmişti. Derlemelerim Görüş gazetesinde yayımlandı. Yılların gazetecisi Celal Yalvaç da beni yüreklendirdi: “Senin gibi birkaç kişi kendi köylerini tanıtsa, Türkiye’nin kültürel haritası ortaya çıkar.” diyerek beni araştırmaya özendirdi.

1983 yılından itibaren topladığım Arguvan türküleri kasetlerini 1988-1993 yılları arasında defalarca dinleyerek türkü sözlerini yazdım. 1993’te Antropolog Hüseyin Şahin’e, Arguvan türküleriyle ilgili çalışmamı kitap olarak bastırmak istediğimi söyledim. O da daha geniş bir çalışma yapılmasının uygun olduğunu söyledi, birlikte çalışmayı önerdim, kabul etti ve böylece Hüseyin Şahin ile on yıldan fazla kadar sürecek olan bir çalışmayı başlatmış olduk. Arguvan türkülerinin başka yöre türküleriyle karşılaştırılması, ozanların şiirlerinden türkülere girenlerin belirlenmesi, bazı türkülerin öyküleri, simgeler ve motifler, türkü metinleri, notaya alınanlar, söyleyenlerin yaşamöyküleri, fotoğrafları… Oldukça geniş kapsamlı ve halk bilimi açısından bir deneme hazırlıyorduk.

1990- 2003’te Arguvan Türkü Festivali’ne, Arguvan Türküleri konulu panele panelist olarak davet edildik. Panelde Dr. Hasan Basri Kılıç, Gani Peşken, Arif Sağ, Hüseyin Şahin ve Süleyman Özerol ilk türkü panelinde sunum yaptık. Kitabımızın hazır olduğunu; ancak kitabı kendi olanaklarımızla bastırmamızın mümkün olmadığını anlatarak yardım istedik. Arguvan ve Köyleri Eğitim Kültür Vakfı Başkanı Sadık Kayhan, bize basım için söz verdi. Kitabın kapak tasarımını Seyrani Uğurlu, karşılık beklemeden üstlendi. H. Sinan Mete tarafından on altı Arguvan türküsünün notası hazırlanmıştı, onları da kitaba ekledik. Türkü söyleyen yüze yakın sanatçının fotoğrafını bularak kitaba koyduk. Yedi yüz sayfayı aşkın bu kitap, 2004 yılında vakfın yararına olmak üzere Vakıf tarafından bastırıldı. Festivalde Vakıf adına iki yüz kitabı imzalayarak sattık. Bazı sorunlardan dolayı kitap, kitapçılarda satışa sunulamadı. Bu nedenle de kitabımız çok tanınamadı. Ancak Arguvan türkülerinin araştırılmasında, tanınmasında mutlak etkisi olduğu gibi kalıcı bir başvuru kaynağı oldu. Dolayısıyla Arguvan kültürü konusunda çalışma yapanlar, bize yöneldiler.

Arguvanlılardan yakınıyor Süleyman Özerol

arguvan

Yıllarımızı verdik. Arguvan kültürüne katkıda bulunduk, karşılık da beklemedik. Yalnız, ilginç bir durum var. Sanki Arguvan’ı Arguvanlılardan başkasının incelemesi, araştırması yakışık almazmış ya da yasakmış gibi tavırlarla karşılaştık. Bazı Arguvanlılar, nasıl desem, yapılanı yerle bir etme, köstekleme tavrı gösterdiler. Kırıldım kendi adıma, soğudum, uzak duruyorum artık. Biraz da başkaları çalışsın, diyorum.

Arguvan türküleri, Arguvan kültürü konusunda çalışmak isteyenlerin başvuru kaynağı biziz. Umarım bizden daha yeterlilerini, daha çok çalışanları görürüz. Şimdilik dergi yoluyla çalışmaları kalıcı kılmaya çalışıyoruz.

On yıldır yılın yarısını Malatya’da yarısını da Ankara’da geçiriyorum. Buna karşın Malatya’dan hiç de uzak kalmıyorum. Ankara’da da sanatla sanatçılarla iç içeyim. Orada, daha çok Malatya kültürüne yakın duruyoruz. Ankara’daki kültür-sanat etkinliklerini habere dönüştürerek Malatya basınına gönderiyorum. Ankara’daki yazar, şair, ressam, gazetecilerin yaşamöykülerini derliyorum.

Malatyalı ses sanatçısı Sami Kasap öldüğünde İsmet Yalvaç aradı, www.malatyahaber.com için bir yazı hazırlamamı istedi. Sami Kasap’ın yaşamöyküsü yoktu! Sanatçılarımızın birçoğunun da yaşamöykülerinin eksikliğini fark ettim. Yine fark ettim ki sanatçılar sağ iken bile sağlıklı bilgi toplamıyoruz. Şu anda Sami Kasap hakkında yeterli bir çalışma yapılabilmiş değil. Sanatçılar öldükten sonra çevrelerinden çok sağlıklı bilgiler alınamıyor. Malatyalı Fahri Kayahan, Sami Kasap ve Hakkı Coşkun hakkında sağlıklarında yeterli bilgiler toplanmadı. Bu, büyük eksikliktir bence…

“Malatya’nın Gönüllü Kültür Adamları” adlı bir dosya oluşturdum. Bu kapsamdaki dosyalarımdan Dirençli Eğitimci, Örgütçü ve Araştırmacı H. Nedim Şahhüseyinoğlu adlı kitabı hazırladım. Kitap 2009 yılında yayınlandı. Kitabın yayınlanmasında Bülent Şahhüseyinoğlu destek oldu. “Babamın Şiirleri”ni hazırlamıştım. Bu kitabım da kızım Gül’ün desteğiyle basıldı. Yani 2009 yılında iki kitap birden yayınlamış oldum.

14 Mart 2004’te Malatya Gazeteciler Derneği (MAGDER), Malatya kültürüne ve Toplumsal Yaşamına Katkılarımdan dolayı beni ödüle layık gördü. 24 Aralık 2009’da da Türk Halk Kültürü Araştırmaları Kurumu tarafından, Türk Halk Kültürüne hizmetlerimden dolayı ödüle layık görüldüm.

Bu güz yayınlanmak üzere hazır olan iki çalışmam var. “Yenilenen Köy Ballıkaya” kendi köyümle ilgili.  “Ozan Kul Emici” ise, Hekimhan Başkınık köyünden İbrahim Emici’nin şiirleri ve sanatı üzerine. Hazırladığım bu kitabın basımı da sanatçı Muharrem Temiz’in desteği ile gerçekleştirilecek.

Eşim Tamam hanımla sevgi, saygı ve dayanışma ile iki çocuğumuzu üniversitede okuttuk, biri okuyor. Oğlumuz Ozan Ballıkaya 1975 doğumlu. Filipinli gelinimiz ve iki de torunumuz var. Filipinli gelinimizin Katolik oluşu hiç sorun yaratmadı. Torunlarımızın da ikişer adları var (Mert Braınn, Ian Deniz). Adlarından biri baba, öteki de ana kültüründen. Bizde özgürlük temeldir. Herkes kendi dilini serbestçe kullansın, kendi dinini de istediği gibi yaşasın. Özgürlük düşüncesinin yanında da hoşgörü elbette…

Kızımız Gül 1977 Urfa- Kısas doğumlu, Hollanda’da Twente Üniversitesinde Öğretim görevlisi, doktorasını da yapıyor. Oğlumuz Yazar da 1983 Malatya doğumlu, Ankara’da hem öğrenci, hem çalışıyor.

1993’te radyo programları hazırlayıp sunuyordum. 1997 yılının sonuna kadar Malatya’da Radyo Fon’da haftanın üç günü, kültür- sanat programı hazırlayıp sundum. 1997-1998 öğretim yılında bir özel dershanede Türkçe öğretmeni olarak çalışıyordum. Bir yandan da okuldaki sınıf öğretmenliğimi sürdürüyordum.

1995’ten itibaren de yerel televizyonlarda Yıldız Müzik Merkezi ve Evrensel Müzik Merkezi’nin destekleriyle müzik, kültür, sanat programlarında yer aldım. Ayrıca diğer televizyonlarda da programlara konuk oldum. Programlarda saz çalıp türkü de söyledim, söyleşiler de yaptım. Öte yandan Malatya’daki Güneş TV’nin Amatör Türk Halk Müziği Yarışmasında seçici kurul başkanlığı yaptım. Bu yarışmalar, halk müziğinin sevdirilmesi ve yaşatılması açısından güzel şeylerdi. Gençler halk müziğimiz doğrultusunda yönlendirildi ve yüreklendirildi. Bunlardan bazıları şimdi sanatçı, öğrenci, akademisyen…

1995’te Radyo Fon’da şiir yarışması düzenlendi. Şiir yarışmasının da seçici kurulunda görev aldım. Dereceye layık görülen şiirleri daktilo ederek basıma hazırlamıştım. Sonra, bu güzel şiirler Radyo Fon tarafından kitap olarak bastırıldı. O yarışma da güzel bir etkinlikti.

1995’te Güneş TV’de katıldığım ilk programda bütün bu çalışmalarımı kastederek: “Tek kişilik orduyum“ demiştim. Biraz haklıyım sanırım. Hemen her türlü el becerim vardır. Heykel yaparım, resim yaparım, saz çalar türkü söylerim, araştırma ve derleme yaparım; hikâye, deneme, şiir yazarım… Bir yandan da öğretmenliğimi sürdürürüm. Gazetelere, dergilere, radyo ve televizyonlara katkıda bulunurum çalışmalarımla. Televizyon programından sonra, “Tek kişilik orduyu merak ettim”, diyerek bir izleyicimiz görev yaptığım okula geldi. Ağınlı İsmail Nazım Beydenir güzel klarnet çalar, halk kültürü derlemeleri yapar, nota bilgisine sahip biriydi. Çok kültürlü olmasının yanında çok da küfürlü konuşurdu. Ülkemizi geri bıraktıranlara, yobazlara idi küfürlü konuşmaları daha çok… İsmail Nazım Baydemir, “Yöresiyle Ağın” adlı bir de kitap çıkardı. Böyle ilginç insanlarla ilginç pek çok anımız oldu.

Son on yıldan buyana kış dönemi Ankara, yaz dönemi Malatya’da hala “Tek kişilik ordu” gibi, ama birçok dostlarımla birlikte çalışmalarımı sürdürüyorum. 1998 yılından buyana Yaşar Karaaslan’ın sahibi olduğu Malatya Yorum gazetesinin yazı işleri müdürlüğünü sürdürüyorum. 2009 Eylülünde de Seyrani Uğurlu’nun sahibi olduğu “Arguvan Yolu” adlı derginin yazı işleri müdürlüğünü üstlendim. Arguvan odaklı ve halk kültürü ağırlıklı dergimizde tüm Malatya’nın kültür-sanat iklimini barındırmaya özen gösteriyoruz. Saplanıp kalmayacağız, Malatya’nın her yöresi ile ilgili yazılara yer vereceğiz.

Arguvan Yolu, Sayı 9, 2010

KONUK YAZARLAR içinde yayınlandı | , ile etiketlendi | Yorum bırakın

Türkü Taştan Gelen Ses: “GELEMEM, EMMOĞLU GELEMEM!”

Süleyman ÖZEROL/Araştırmacı-Gazeteci

b.d.rüzgMalatya Yorum Gazetesinin 12 Ekim 1999 tarihli sayısında İNCE DÜŞÜNCELER köşemde “Arguvan Türküleriyle Gömün Beni” bağlığı altında yazdığım yazıyla Şemsi Belli’yi ölüm yıldönümünde anmıştım.

20 Mart 2004 günü Ankara Arguvanlılar Derneğinin yemeğinde Dr. H. Basri Kılıç’ın okuduğu “Türkü Taşı” şiirini dinleyince, 2 Mart 1998 günü arkadaşım Hüseyin Şahin ile Kızıldeli Ziyareti hakkında araştırma yapmak amacıyla Yazıhan’ın Fethiye köyüne gittiğimizde gece evine konuk olduğumuz İmam Ustanın sözünü ettiğim yazımdaki bir aktarımını anımsadım. Dr. Kılıç şiiri aynı zamanda bu geceye yetiştirdiği Arguvanlı Ozanlar-II kitabının girişine de koymuştu.

İmam Usta şöyle anlatmıştı:

“Şemsi Belli 1994 baharında Malatya’ya gelmiş. Dedesinin eskiden yapılı olup da taşları dağılan, dökülen mezarını onartmak için usta ararken tanıdık biri beni tavsiye etmiş. O da beni buldu ve birlikte Arguvan’ın Yenisu (Kızıluşağı) köyüne gittik. Akşam yemeğinden sonra gelenler oldu, sohbet ederken gelenlerden biri şöyle dedi:

– İyi ki geldin, bizim hocamız yok, bize hoca aldırasın, dedi.

Şemsi Belli adama dönerek şunları söyledi;

– Ben ölürsem iki Arguvan türküsü söylen, sonra gömün. Hoca moca da istemez. Ardından ekledi; İsteyecekseniz köye yararlı bir şey isteyin…

Ertesi gün mezarı temizleyerek yeniden yaptık. Bana bir kitabını armağan etti; Anayaso…

Şemsi Belli, kitabın dördüncü sayfasına şunları yazmış;

“Yenisu Köyü, 17.5.1994, Değerli hemşerim İmam Güler’e…

Şemsi Belli

Hasan Basri Kılıç şiiri Eymir Köyü internet sitesinden (www.eymirkoyu.com) aktarmış. Siteye de Şemsi Belli’nin oğlu Bengü Belli tarafından verildiğini söylüyor.

Türkü Taşı

 

Öldükten sonra da duyabilseydim

Göldağından coşup gelen

Delicoş çayın sesini

Köyümün toprağına gömülmek isterdim

 

Kayalar dururdu dört bir yanımda

Üstü yosun tutmuş kayalar

Bir kayada dört satırlık bir özlem:

 

Ne dua isterim, ne de bir fatiha

Oturun, dinlenin taşımda yeter

Bu can belki ezgilerle dirilir

Bir türkü söyleyin başımda yeter

 

Bir kayada Arguvanlı bir sazcı

Dooost dost diye inletirdi sazını

 

Bilseydim ki

Ölüler de efkârlanır, mutlanır

Ölüler de dirilerle konuşur

Türkü Taş’la konuşurdum sizinle

Şemsi BELLİ/Eylül–1995

Bu şiiri, Şemsi Belli’nin 17 Mayıs 1994 tarihinde Kızıluşağı’nda okuduğunu, İmam Ustanın aklında da ortadaki dörtlüğün kalmış olacağını, onu da bana anlattığını düşündüm. Çünkü anlatım ile bu kadar örtüşemezdi!

1995 Ağustosunun son günlerinde beni telefonla arayan Şemsi Belli, Arguvan Türküleri ile ilgili çalışmamıza her türlü desteği sunacağını, rahatsızlığı nedeniyle bir süre beklememizi istemişti. Ancak, 11 Ekim 1995’de aramızdan ayrıldı. Acaba bizim için bir hazırlığı olmuş muydu, bilemiyoruz. Ancak, bilinen bir şey var ki, daha önceden temelini attığı bu şiiri bir “vasiyet” olarak bırakmış.

Nazım, Anadolu’ da bir yere gömülmek isterken, “Taş maş da istemem” der. Şemsi Belli ise hem köyünün toprağına gömülmek, hem ölümünün ardından dua-âmin yerine Arguvan türküleri söylenmesini, hem de baş taşının bir Türkü Taşı olmasını istemiş!

Eğer, köyünün toprağına gömülseydi, diğer vasiyetleri de yerine getirilir ve o da Türkü Taş’tan ses verirdi mutlaka:

“Gelemem, Emmoğlu gelemem

Hepinizin gözleri uykulu, yorgun

Hepinizin avurtları çökük

Bir kibrit aydınlığında bıraktım yüzlerinizi

Yüzlerinize bakamam Emmoğlu!”

Ve hala uykulu, yorgun yüzler bir kibrit aydınlığında.

Ve hala avurtlar çökük!

Ve hala teslimiyetçilikleriyle, kaderci benlikleriyle başbaşalar!

Ve hala aydınlarımız, kırk yıl önce yapılan bu özeleştiriye yanaşamıyorlar.

Çünkü Rıfat Ilgaz’ın dediği gibiler:

“Korkuluk!”

(28 Mart 2004-Ankara)

İÇERİKLER içinde yayınlandı | Yorum bırakın

“Arguvan Yolu” Dergisi Kapakları

ARGUVAN YOLU DERGİSİ KAPAKLARI

FOTOĞRAFLAR içinde yayınlandı | ile etiketlendi | Yorum bırakın

ON YIL ÖNCESİNDEN; “ARGUVAN TÜRKÜ FESTİVALİ ÜZERİNE BAZI NOTLAR VE ÖNERİLER”

 ON YIL ÖNCESİNDEN; “ARGUVAN TÜRKÜ FESTİVALİ ÜZERİNE BAZI NOTLAR VE ÖNERİLER”

Arguvan Türkü Festivalinin üçüncüsü Arguvan ilçe merkezinde 9-10 Temmuz 2005 günlerinde gerçekleştirildi. Çok sayıda sanatçının/ozanın katıldığı festivali izlemeye gelen yoğun halk kitlesi önceki festivallere göre daha düzenli bir Arguvan ile karşılaştı.Çarşı merkezi ve fuar alanın büyük bölümüne parke taş döşenerek, çevre yollarından bir bölümü asfaltlanarak, stant alanları daha düzenli bir duruma getirilerek tozlu-topraklı ortam giderilmişti.
Telefon hatlarının yeraltına alınması, bazı binaların boyanması, işyerlerinin daha düzenli bir duruma getirilmiş olması göze çarpan diğer olumlu durumlardan bazılarıydı. Hükümet binası ile çarşı merkezi arasında bulunan Hurşit Eren Parkında temizlik ve düzene karşın Temmuz sıcağında gölge aranması ise bir eksiklikti.
Festivalin genel işleyişi hakkında görüştüğüm birçok vatandaşın, “1954 yılında Arguvan’ın son muhtarı Hüseyin Kaplan onurlandırılabilir”, “Nuray Yılmaz’ın “Gezelim Görelim” programı Arguvan’a davet edilebilir”, “Birlik ve beraberlik çok önemli, bu korunmalı”, “Olumsuz olayların azlığı sevindirici” değerlendirmeleri yanında önerilerini de gelecek festivallere ışık tutması yönünden sunmak istiyorum.

* Büyük şehirlerde ve yurt dışında festival duyurularına ağırlık verilmesi,
* Yazılı ve görsel basında en geç bir hafta kala duyurular ve programlarla etkinliklerin tanıtılması,
* Giriş çıkışlara festivali simgeleyen duyuruların asılması,
* Gecelik çadır-otel ya da okulların otel olarak kullanılması,
* Çöp kutusu sayısının arttırılması, geçici çöp kutuları konulması,
* Tuvalet sorununun düzene konulması,
* Çeşme sayısının artırılması, geçici çeşmeler kurulması,
* Kalıcı bir festival alanı düzenlenmesi,
* Ses düzeni sorunlarının giderilmesi,
* Rozet, anahtarlık vb. yapılarak satışa sunulması,
* Panel, tiyatro gibi etkinlikler için kalıcı salon yapılması,
* Yerel yemek türlerinin sergilenerek satışa sunulması,
* Çevre ilçelere ve köylere servis düzenlenmesi…
* Yerel sanatçılara da yer verilmesi…

Elbette ki bu önerilere daha çok şey katılabilir. Görüldüğü kadarıyla Arguvan festival ile değişik bir görünüm kazandı.

8-9 Temmuz 2006 tarihlerinde gerçekleştirilecek olan Arguvan Türkü Festivalinin dördüncüsünün daha coşkulu ve yararlı geçmesi dileğimdir.

Arguvan Türkü Festivali Üzerine Bazı Notlar ve Öneriler-II
 
Bir önceki sayımızda birinci bölümünün sunduğum Arguvan Türkü Festivali Üzerine Bazı Notlar Ve Önerilerin ikinci bölümünde 4. Arguvan Türkü Festivalinden derlediğim önerileri, gelecek festivallere ışık tutması açsından sunuyorum.

* Genel düzenlemedeki aksaklıklar en aza indirilmeli.
* Ses düzeni ile ilgili sorunlar giderilmeli.
* Sahne biraz daha yükseltilerek rahatlıkla izlenilmesi sağlanmalı.
* Yalnızca konser etkinliği ile yetinilmemeli; festival üç güne çıkarılarak panel, konferans vb. etkinliklerle zenginleştirilmeli.
* Festival öncesi bir kitapçıkla etkinlikler ve etkinliklere katılanlar tanıtılmalı.
* Şemsi Belli Şiir Ödülü önceden duyurulmalı, sonuç da duyurulmalı.
* Yörenin tarihsel-turistik tanıtımı için dışarıdan gelenlere gezi düzenlemeli.
* Hazırlık aşamasında Malatya ayağı güçlendirilmeli, Malatya’daki ilgili kişi ve kurumlara davetiye verilmeli, katkı sunmaları sağlanmalı.
* Yedi ulu ozanın ve diğer bazı ozanların fotoğrafları kalıcı biçimde uygun yerlere yerleştirilmeli.
* Halk türküleri ve alevi felsefesi ile ilgili sözler yazılıp asılmalı.
* Diğer ilçelerle daha iyi iletişim kurularak katılım zenginleştirilmeli.
* Etkinlikler konusunda üniversite ile iletişim kurularak müzik bölümü yöre kültürünü araştırma, inceleme konularında harekete geçirilmeli.
* Konserler sırasında aykırı seslerin oluşmamasına özen gösterilmeli.
* Arguvan esnafı daha duyarlı olmalı katkı da sunmalı.
* Esnaflar festivali fırsat bilerek fiyat artışları yapmamalı.
* Derneklerin, besin ve diğer araç-gereç ve eşya satıcılarının bulunduğu sergi alanı daha düzenli bir konuma getirilmeli.
* Yiyecek satışlarının yapıldığı yerlerin sağlıklı bir biçimde düzenlenmesi sağlanmalı.
* Alkol tüketiminin yoğunluğu bir gerçek… Ancak rasgele alkol kullanımı yerine düzenli bir yerin kullanılması sağlanmalı.
* Yemek, el sanatları gibi yerel ürünler sergilenmeli.
* Yaba, hergimat, şahra, karasaban, masta, hazlengüç gibi geleneksel tarım aletleri sergisi açılmalı; daha sonra bunların kalıcı sergilenmesi için bir müze kurulmalı.
* AKEV tarafından yayınlanan Arguvan Ezgileri, Arguvan türküleri gibi kitaplar, Arguvan türküleri, Arguvan âşıkları gibi kasetlerin daha geniş kitlelere ulaşabilmesi için festival öncesinde tanıtıcı programlar yapılmalı.
* Yerel sanatçılar yöre ağzının yaşatılmasında, yayılmasında önemli işlevleri olan kişilerdir. Bu nedenle yerel sanatçılara ağırlıklı olarak yer verilmeli.

Daha da eklenebilecek öneriler olacağını düşünüyorum. Festivalde, öncesinde ve sonrasında derlediğim önerilere ek yapmak isteyenlerin yazmalarını bekliyorum.

Daha güzel festivallerde buluşmak dileğiyle…

İÇERİKLER içinde yayınlandı | Yorum bırakın

“Sen Kirlenme Ben Öleyim Akdeniz”

“SEN KİRLENME BEN ÖLEYİM AKDENİZ”

Âşık Muharrem Yazıcıoğlu Üzerine Bir Deneme

Süleyman ÖZEROL

 

11 Temmuz 2007 günü aramızdan ayrılan Yazıcıoğlu’na saygılarımla…

Konya’da katıldığım özel eğitimle ilgili iki haftalık hizmet içi eğitim kursu 16 Ağustos 1991 günü sona erince dört arkadaş Nevşehir’e, oradan da Hacıbektaş’a gittik. Üç gün süren Hacıbektaş Şenliklerinin ilk gecesi sabaha karşı bir çay ocağında oturduk. Burada Adanalı Recep Bilir ve ailesi ile tanıştık. Çay ocağının sahibi Malatya’da Alpaslan İlkokulunda öğretmenlik yapan İbrahim Şahin’in babasıymış. İbrahim yanımıza gelerek arabasında uyuyabileceğimizi söyledi. Saat 07 00 sıralarında İbrahim’in ocağın karşısında duran taksisinde iki saatlik uykudan sonra çevreyi görmek ve etkinlikleri izlemek üzere dolaşmaya başladık. Hacı Bektaş Veli Türbesi, Çeşme, Karadut ve çevresini gezdik. Malatya’dan gelen arabalarla karşılaştık, bu arabalara binerek Beştaşlar yöresine gittik. Beştaşlar’da Dertli Divani ve Remzi Öztürk ile karşılaştım. Her ikisi de Kısaslı ve oradan öğrencim. Ozan Dertli Divani’nin asıl adı Veli Aykut. Remzi’nin dedesi Malatya-Hekimhan’dan gitme. Babası Hasan amca Almanya’da vefat etmiş.

Beştaşlar’dan kavaklığa geçtik. Buradaki kalabalık her yana yayılmıştı, saz söz vardı dört bir yanda. Elinde çantası, omzunda sazı uzunca bıyıklı, kır saçlı yaşlıca birisi yanımıza geldi. Kavaklara yaslanmış yeni demlenen çayımızı içerken de konuşmaya başladık. Bir süre sonra sazını düzenledi ve birkaç deyiş çalıp söyledi. Çantasından çıkardığı “Kaynağımı Kurutma” adlı şiir kitabını yeni bastırdığını, bu tür etkinliklere katıldığını anlattı. Dün akşam çay ocağında karşılaştığımız Adanalılar oradaydı, kitap elimde yanlarına yaklaştım, selamlaştık, akşam tanıştığımızı söylediğimde, “Haaa, sen abimle beni karıştırdın, o şimdi Mevlana’yı ziyaret etmiş, Konya’dan yola çıkmıştır bile. Belki de kamyonuyla Adana’ya ulaşmıştır” dedi. Recep Bilir’in ses tonu hemen fark ediyordu. Biraz daha yavaş ve sakin konuşuyordu. İkiz gibiydiler. Abisi Cabbar Bilir ise daha heyecanlı ve sinirliydi. Son kitabı da onlar aldı. Kitaptan on bir tane satın almış olduk. Çayımızı içerken ellerinde kitaplarla fotoğraflarını çektim. Bir süre sonra âşık yanımızdan ayrılarak başka gruplara doğru uzaklaştı.

Sözünü ettiğim kişi, kendi deyimi ile “Türküleri güzel Arguvan ilçesinde az topraklı bir ailenin çocuğu olarak 1928 yılında dünyaya gelen” Âşık Muharrem Yazıcıoğlu idi. 1997 yılında Malatya’da yeniden karşılaştığımızda kendisini daha yakından tanıma olanağı buldum. Birlikte televizyon programına katıldık, söyleşiler yaptık, kitaplarından armağan etti.

Doğduğu köy Halpuz, yeni adıyla Dolaylı, Arguvan’ın mahallesi konumunda ve özgün Arguvan havalarının merkezi olarak bilinir. Yazıcıoğlu, ilkokulu burada okur, küçük yaşta köy işleriyle uğraşmaya başlar. Gençlik döneminde Pir Sultan ve Âşık Veysel gibi ozanların deyişlerini, bir yandan da yerel türküleri öğrenir.

Bizim penceremiz yele karşıdır

Bülbülün figanı güle karşıdır

Kim bilir ki içerimde neler var

Gülüp oynadığım ele karşıdır

Bu dörtlüğü M. Zeki Tulunay’dan1 dinlediğini söyler. Ve elbette ki daha başka Arguvan türküleri…

Yürü güzel kemendim ol tacım ol

Darılma sevdiğim anam bacım ol

Ben ölürsem salacama sicim ol

Dutma salacamdan ilazım değil

* * *

Evlerinin önü uzun bir yokuş

Kurban olam gelin bu nasıl bakış

Halının üstüne döktüğün nakış

Kurban olam nakış tutan ellere

 

Başka yörelerde olduğu gibi Arguvan ve köylerinde de dedelik-zakirlik yapan Âşık Yusuf ve İmam Dede’den 2 etkilenerek çalıp çağırmaya başladığını söyler. Askerlikten sonra ortaokulu dışarıdan bitirir.

1952’de evlenir.

1953’de “sağlıkçı” olarak devlet memurluğuna başlar. Yedi yıllık sağlıkçılıktan sonra, yedi yıl da mahkeme kâtipliği yapar. Değişik görevleri nedeniyle yurdun çeşitli yerlerinde bulunur.

1965’de şiir yazmaya başlar.

1966’da Almanya’ya gider, orada bulunduğu dokuz yol içerisinde de haksızlıkları dile getiren şiirler yazar, bazılarını sazıyla seslendirir.

1974’de şiirlerini ilk kez Uyandık adıyla kitap olarak bastırır.

1975’de Âşık Ali İzzet Özkan ile birlikte işçilere konser vermek üzere Kültür Bakanlığınca Almanya’ya gönderilir. Almanya izlenimlerini Almanya Notları başlığı altında kitap bütünlüğünde hazırlar.

1976’da yeniden sağlık kurumunda görev alır.

1980’de Göze adlı kitabını bastırır. Üç yıl sonra sağlık sorunları nedeniyle Antalya’ya yerleşir, Çalışmalarını burada sürdürür. Kültür Müdürlüğü çalışanı Musa Seyirci’den ilgi ve destek görür.

1991’de Kaynağımı Kurutma adlı şiir kitabını yayınlar. Aynı yıl yayınlanan Anadolu’mun Meyveleri adlı kitabı Kültür Bakanlığınca il halk kütüphanelerine gönderilir.

Çeşitli yarışmalara, konserlere, panellere, toplantılara katılır; çeşitli derneklere üye olarak birikimini geliştirir. Hacıbektaş, Abdal Musa, Arguvan, Veli Baba törenlerine katılmıştır. Ankara Halk Ozanları Derneği, Pir Sultan Derneği, Hacıbektaş Derneği, Atatürkçü Düşünce Derneği üyesi olduğu derneklerden bazılarıdır. Ankara Hacıbektaş Anadolu Kültür Vakfı’nın kurucu üyelerindendir.

2 Temmuz 1993 günü Sivas’a Pir Sultan Törenlerine gider, ancak yakılamaz! Bu olayla ilgili olarak tepkisini şöyle dile getirir:

“O vahşeti ben de yaşadım. Kaybettiğimiz 37 değerli kişiyi saygıyla anarken, dini kendilerine kılıf ederek insanlığın yüz karası olan bu vahşeti işleyenleri ve olayı haklı göstermeye çalışanları kınıyorum ve lanetliyorum.”

1994’de Kitaplar Ağlıyor ve Birbirinden Kaçar Oldu İnsanlar adlı kitaplarını yayınlar. 15 yapıtı TRT denetiminden geçer ve belgeliklere kaydedilir.

1998’de Sevdalıyım adlı kitabını yayınlar, Yeni Bir dünya Yaratalım adlı çalışmasını da Kültür Bakanlığına sunar.

2001 yılında Kültür Bakanlığının katılarıyla Haykıran Yürek adlı kasetini çıkarır.

“Gerçek Atatürkçülük düşüncesi ile yurdun birliğini, beraberliğini savunarak; haksızlıklara, hırsızlara, vurgunculara, soygunculara, adam yakan gibi sahte dincilere, gerek politik, gerekse dincilik adı altında milleti ve yurdu bölerek insanlığın mutluluğuna zarar verenlere karşı çıkmışımdır” der. Hacıbektaş felsefesi ve Atatürk ilkelerini, insanlık ve doğa sevgisini kaynağı ve sermayesi olarak kabul eder. Alevi-Bektaşi eğitimi ile beslenmiş, Atatürk ilkelerini yürekten benimsemiştir… Hacıbektaş Veli’nin, “Benim dinim insanlık, imanım sevgidir” sözünü ilke olarak alır, insan olmayan kirşinin ne dünyada ne de aradığı ahrette bir dayanağı olamayacağına inanır.

Atatürk sana geldi

İlminden örnekler aldı

Düşmanlar perişan oldu

Kan getirdin bu günlere

 

* * *

Bıraktığın gençlik çoktan yozlaştı

Gençleri kırdıran çoktan uzlaştı

Menfaat uğruna hepsi anlaştı

Stokçu malını satmıyor Atam

 

***

Sahte olup kan dökenler

Boşa kendini yoranlar

Methedip şiir yazanlar

Şimdi bizden Atatürkçü 

***

Girmiş insanın içini

Ne güzel uymuş biçime

Bunda insanın suçu ne

Ben tanrıyı sende buldum

Ecelin soğuk yelini Sivas’ta 2 Temmuz 2003 günü ensesinde duyan Yazıcıoğlu, ozanlık görevini korkmadan yerine getireceğini belirtir.

Ecel dolanır başımda

Bir gece ani döşümde

Yine korkmam bu yaşımda

Beni halime bırakın

Örgütlülüğün önemine ve gereğine inanmıştır. Bunu Malatya’da birlikte katıldığımız televizyon programlarında ve söyleşilerimizde sık sık dile getirmişti.

 

Yurdumu halkımı severim dersen

Erenleri candan severim dersen

Geçmiş ustalara saygı duyarsan

Ozansan örgütlü birleşmeye gel

 

Yazıcıoğlu’na göre ozan; “Şiir yazmasıyla Şair, söylemesi ile Ses Ustası-Bestekâr, yöresinin türkülerini söylemesi ile Mahalli Sanatçı’dır. ‘Halkın öncüsü, gözü, kulağı, sesi olarak halkın yanında yer alır.’Bu yönüyle de Aydın’dır.” Demek ki halk ozanı beş kişilik yükü omuzlamıştır ve de yükü ağırdır.

Musa Seyirci, Yazıcıoğlu’nda iki güçlü şiir damarı olduğunu belirtir. “Bunlardan birincisi şiirlerinin yapısını oluşturan Seyrani damarıdır. Birisi de toplumun aksaklıklarını oluşturan haksızlıklara ve yanlışlıklara karşı olan Pir Sultan damarıdır.”

Yazıcıoğlu, yerel yönüyle Arguvanlı’dır. İnsancıldır, sevgidir, dosttur, Hacı Bektaş’tır, Atatürk’tür… Hacı Bektaş’tan Pir Sultan’a. Seyrani’ye Veysel’e; oradan da Âşık Yusuf ve İmam Dede yoluyla günümüze taşınan aydınlık düşünceyi, yaşam biçimini, bununla birlikte ozanlık geleneğini halkın yanında yer alarak sürdürmektedir.

Doğumunun 75. yılında ozanımıza kolay gelsin derken, her yönüyle temiz ve güzel bir dünya özlemini yansıttığı bir dizesi ile yazımı noktalıyorum;

“Sen kirlenme ben öleyim Akdeniz.”

Bu yazı, 22 Temmuz 1997 günü Malatya Vilayet Aile Çay Bahçesinde Kanber Doğan, Metin Özer, Hüseyin Şahin ve Çetin Bulut’un da bulunduğu bir söyleşi ortamında kaleme alınmış, 9 Haziran 2002 günü Ankara’da Malatyalılar Derneği’nde kendisi ile görüşme sonucu bazı ek bilgilerle 13 Temmuz 2002’de düzenlenmiş, 27 Mayıs 2003 tarihinde ise son biçimi verilmiştir.

————————————————–

1 M. Zeki Tulunay:

2 Âşık Yusuf Başaran (1904-1994) ve İmam Şahin (1917-1966) Hekimhan’ın Ballıkaya (Mezirme) köyünden dede-âşıklardır. Hekimhan-Arguvan, Sivas çevresinde birçok kişinin bağlama öğrenmesinde, zakir/âşıkların yetişmesinde etkili olmuşlardır.

İÇERİKLER içinde yayınlandı | Yorum bırakın

12. Uluslararası Arguvan Türkü Festivali 30/31 Temmuz 2016 Tarihinde Yapılacak

12.ULUSLARARASI ARGUVAN TÜRKÜ FESTİVALİ 30-31 Temmuz 2016 TARİHLERİNDE YAPILACAK

15 Mart 2016 Salı günü Malatya’ da yapılan basın açıklaması ;

Saygıdeğer Basın mensupları, Türkü sever dostlar ve bizi yalnız bırakmayan Arguvanlılar.

Ön hazırlıklarını yapmaya başladığımız 12.Uluslararası Arguvan Türkü Festivalini bu yıl 30-31 Temmuz 2016 tarihinde Arguvan Nazım Hikmet Meydanında gerçekleştireceğiz.

Amacımız, Arguvan coğrafyasının Kültürel değerlerini aslına uygun olarak geliştirip Dünya Kültürleriyle buluşmasını, birbirinden, etkileşerek evrenselliği beslemesini ve halklar arasındaki Dostluğu, Kardeşliği geliştirip pekiştirmesini sağlamaktır.

Bu amacı gerçekleştirmek için yaptığımız çalışmalara destek olan siz basın mensupları ve kamuoyunun diğer dinamiklerinin katkısını çok çok önemsediğimizi bilmenizi isteriz.

Her yıl olduğu gibi bu yıl daha güçlü yeni etkin, güncel konuları içeren Paneller, Söyleşiler, Sergiler, Mahalle (Köy) gezileri ve Sanatçı dostlarla huzurlarınızda olacağız.

12. Uluslararası Arguvan Türkü Festivalinin Arguvan Kültürüne yeni değerler katacak bir etkinlik olması için yoğun çabamız devam etmektedir. Türkü severlerin sabırsızlıkla beklediği bu etkinliğimizin daha yüksek katılımlarla destekleneceğini biliyor ve çıtamızı yükseltmeye devam ediyor olacağız.

Arguvan Belediye Başkanlığının ev sahipliğinde Arguvan ve Köyleri Eğitim Kültür Vakfı ve Tüm örgütlü Arguvan Dernekleri ile birlikte yaptığımız bir organizasyon olan bu büyük buluşmamızı sizlerle paylaşmaktan ve Kamuoyuna ulaştırmaktan dolayı bize verdiğiniz desteğe şimdiden teşekkür ediyoruz.

30/31/Temmuz 2016 da Barışın, Dostluğun Kardeşliğin kalesi Arguvan da yine Barışı öne çıkararak birlikte Türküler söylemeyi, Toplumsal Huzur ve gelişmenin en önemli ögesi olan Barış ve Huzur için Adalet için Haydi Arguvan da buluşalım diyoruz. Saygılarımızla.

Festival Komisyonu adına,
Mehmet KIZILDAŞ/Arguvan Belediye Başkanı

DUYURULAR, Haberler ve politika içinde yayınlandı | ile etiketlendi | Yorum bırakın